Dedesinin ismini alan 66 yaşındaki Süleyman Köşkeroğlu, mesleğe çocuk yaşlarda babasının Gaziantep’teki kadayıfçı dükkanında masaları silmekle başladı. 1985’te geldiği İstanbul’da babası ve kardeşleriyle Köşkeroğlu markasının temellerini attı. Memleketinin mutfağını başta kebap olmak üzere Karaköy’e taşıdı ve lezzeti, kaliteli hizmeti büyük ilgi gördü. Süleyman Köşkeroğlu, günümüzde 6 tatlıcı dükkanı, 1 yemek restoranı ve 400 personeli olan Köşkeroğlu markasının başarı hikayesini ChefStory’ye anlattı.
1956 yılında Gaziantep’te doğan Süleyman Köşkeroğlu, 8 kardeşli bir ailenin en büyüğü. Büyükçe bir Gaziantep evinde hayata ilk adımını atan Köşkeroğlu, neredeyse doğduğundan bu yana kebapçılık ve tatlıcılık yapıyor. Henüz ilkokuldayken bile okuldan sonra koşa koşa babasının küçücük dükkanına gidiyor. O yaşta yerleri süpürüyor, masaları siliyor, dükkanın önünde müşteri bekliyor. Babası da iş hayatına erken başlamak zorunda olanlardan. Babası erken yaşta vefat edince takımları kiralık alıp kendisine 1946 yılında bir işyeri tutuyor. İşte Köşkeroğlu’nun tarihinin başladığı yer tam da burası oluyor.
Babası işe başlayınca mecburen oğullar da çalışacak. Köşkeroğlu şöyle anlatıyor:
“Sizin iş yeriniz var ve babanız size ‘sen burada çalışacaksın’ diyor. Ailenin reisi ne diyorsa o. Günün şartlarında şimdiki gibi itiraz etme şansınız yok. Ben okula gidiyorum, çocuğum ama böyle bir şans yok. Okulun tatili dahil, o zaman cumartesi günleri de yarım gün okul vardı, yarım gün yine çalışırdık, Pazar çalışırdık… Biz ilkokulu bitirene kadar bu şekilde gittik. İlkokuldan sonra da zaten tamamen işin içine girdik.
12 yaşıma kadar çıraklık yaptım. 12 yaşıma kadar baba oğul ilişkisi yoktu, usta-çırak ilişkisi vardı. Hiçbir zaman bizim çalışanlarımız bize bir şey söylediklerinde biz gidip de babamıza bir şey diyemezdik. Çünkü usta diyorsa doğrudur. Bugün anlıyorum ki, iyi ki bu işi yapmışlar. Biz biraz gevşek olsaydık, babamız ve ailemiz bizi biraz daha koruyucu şekille büyütmüş olsaydı belki bu işleri öğrenmemiş olurduk. Eskiden usta saygısı, kalfa saygısı, bir ahilik sistemi vardı. Bu ahilik sisteminde çok güzel işler yapılıyordu. Maalesef şimdi ülkenin tamamında öyle bir iş yok. “
ALTINTEL’LE BAŞLAYAN HİKAYE
Süleyman Köşkeroğlu’nun 1946 babasının kurduğu ilk restoranın adı Altıntel. İsmini de müşteri belirliyor. O zaman dükkanlara isim yazmak çok nadir görülen şeyler. Bir müşteri gidiyor, kadayıf alacak, bakıyor kadayıfa çok hoşuna gidiyor. Diyor ki, ‘bu altın teline benziyor, çok güzelmiş.’ Babam da dükkanın ismi Altıntel koyuyor. Gaziantep’teki o dükkan halen Altıntel olarak hala devam ediyor.
Köşkeroğlu’nun doğuşu olan Altıntel sadece kadayıf satıyor. Aynı zamanda Antep’in önemli bir kısmına da çiğ kadayıf satıyor. Köşkeroğlu, kendi çocukluğunda da dükkanda müthiş bir kuyruk olduğunu ve ürün yetiştiremediklerini anlatıyor.
20 METREKARELİK DÜKKANLA BAŞLADI
Evlendikten sonra kendine ait bir işyeri kurma ihtiyacı hissettiğini belirten Köşkeroğlu, 1979’da 20 metrekarede ilk dükkanını açtığını söylüyor. Talep günden güne artınca bir büyüme gerekliliği doğduğunu ifade eden Köşkeroğlu, İstanbul’a gitme fikrinin ilk orada çıktığını anlatıyor. Ancak aileden itirazlar yükselmiş, özellikle eşi ve annesi karşı çıkmış:
“Yok memleketimizin içinde kalalım, gurbete gitmeyin, dağılmayın, hep karşı çıktılar. Ama dedim ki ben gideceğim. Biz burada tıkandık çünkü. Aslında orada da büyüyebilirdik, Çünkü Antep bir anda turizme döndü. 20 sene içinde çok değişim gösterdi. Belki hiçbir yere gitmeden kalsaydık, bugünkü imkanların 5-10 katı olabilirdik. Şu anda bir sürü marka var ve biz varken onlar yoktu.”
24 YAŞINDA 11 BİN LİRA HAVA PARASI İLE KARAKÖY’DE
Antep’te kazandıkları ile birlikte 24 yaşındayken İstanbul’a gelen Köşkeroğlu ailesi Karaköy’deki ilk şubeyi açarlar. 1985 yılında Karaköy’e gelip 15 gün içerisinde dükkanı bulurlar. O günün parası ile verdikleri 11 bin lira hava parası da büyük bir paradır ve aynı zamanda büyük bir risktir. Çünkü oturmuş Karaköy piyasasında genelde iyi restoranlar vardır ve bunların hiç birinde Antep mutfağı yoktur. Kebaplar ve lahmacunlarla piyasaya girince birden büyük bir ilgi oluşur ve kısa sürede dükkan yetmemeye başlar. Tesadüf eseri yakın çevrede daha büyük bir yer bulurlar ama onları uyaran da çok olur:
“Şunu söylüyorlardı, ‘bu kadar lokantanın arasına gelip bu kadar hava parası vermek akıl karı mı?’ Bir de Karaköy’ün bir özelliği vardı, akşam 6 dedi mi kapanırdı her yer. Tek servis, sabahı yarım, öğleni tam. Bu gideri bu kirayı ödemeniz çok zor dediler. ‘Güllüoğlu’nun yanında siz nasıl satacaksınız? Bunlar büyük marka.’ Herkes kendi işini yapar, o günün cesareti ve meslek bilgisi bizi buralara kadar getirdi. Cesareti kıran bir çok şeyle karşılaştık, ama bunun karşılığında da biz çok direndik.
1985’te gel burada iş yap, para kazan, marka oluştur, öyle kolay bir şey değil. Marka bir insanın ömrüne bedel. İyi para kazanabilirsin, iyi bir markan olur, ama devam ettiremezsin, kapanır gider. Aynı çizgiyi kollarsan uzun seneler devam eder. Bir bakarsın 3 kuşak, 4 kuşak bu işten ekmek yiyor. Bizde şimdi 3. Kuşak işin içinde. Ama artık bizim yaptığımızla şimdiki yaptığımız arasında çok büyük fark var.”
DÜKKANLAR HİÇ YETMEDİ
Karaköy’deki yeni yerde 5 sene faaliyet gösterdiklerini söyleyen Köşkeroğlu, mekanın yine yetmediğini vurguluyor:
“Yer yeterli değil, müşteri kapıda bekliyor, telefonlar susmuyor. Karaköy’de büyük dükkan bulmak mümkün değil. Baktık ki olmuyor, 1990 yılında tatlıyı ayırdık, Yeraltı Camisi’nin köşesine aldık. Burma kadayıftan başladık, talep üzerine baklavayı da oraya aldık. Baklava, burma, su böreği. Sonraları baktık ki poğaça talebi var, açma poğaça, sabah kahvaltısı derken öyle devam etti.” diyor.
Köşkeroğlu dükkanları ayırsalar da talebin artarak devam ettiğini ve hiç bir şekilde yetiştiremediklerini söylüyor. Bunun üzerine Merter’de bir şube açmaya karar verirler:
“Merter tekstil bölgesi. Ummadığımız bir iş oldu. İşe yetişemiyoruz. Artık aile büyüyor, çocuklar büyüyor, mecbur büyüyeceksin. Merter’den 1 sene sonra Karaköy’deki şimdiki büyük lokantayı aldık, ara sokaktan çıktık, katlı otoparkın altına geldik. Kebapta marka olmamızın ilk basamağı da bu mekandır zaten. Çünkü mekan büyük, çok turist var ve doğru noktalarda müşteriye hizmet ediyorsun. Bir de saat aralığı yükseldi. Ara sokaktayken 6’da kapatmak zorundasın, kimse yoktu. Otoparkın altına geçtikten sonra saat 10’a çıktı. Şimdi ise gece 2’de kapatıyoruz. Çünkü Karaköy büyük bir değişme uğradı.”
PERSONEL BULAMAMAKTAN NEFRET EDİYORUM
Aynı dönemde Topçular’da da bir şube açan Köşkeroğlu’nun şu anda faaliyette olan 6 adet tatlıcısı bir de restoranı var. Karaköy’deki şube kardeşinde ama ortaklığı ayırmışlar. Çalışan sayısı ise 400’e ulaşmış durumda. Herkes büyüme ve şubeleşme planı yaparken Köşkeroğlu’nun bundan sonraki hedefi tam tersi:
“Bizim bir hedefimiz var. Biz şube sayımızı kısmanın peşindeyiz. Bir fabrikada, devasa cirolar yapan fabrikalarda çalışan sayısı 40-50’dir. Bizde 400 personel var. Daha da hala eksiğimiz var. Ama adam yok.. Şu devirde ne lokanta ne de baklavacı açılır. Hiçbir sektör rahat değil. Malzeme bulamıyorsun, eleman bulamıyorsun. İstediğin kalitedeki malzemeleri bulsan, fiyatı istediğin gibi satamıyorsun. Çünkü uçurum oldu. Bir personel eskiden normal maaşa çalışırdı, şimdi çalışmıyor. İki şekilde bu meslekten nefret seviyesine geliyorum. Birincisi personel sorunu, ikincisi devletin bizi anlayamaması. Vergiyi veren biziz, hizmet eden biziz, hiçbir kayıt dışımız yok, her şey kayıt altında ama devletin en çok bize yardım etmesi gerekirken en çok köstek olunan sektörüz. “
HERKES UYURKEN BİZ ÇALIŞIYORUZ
65 yaşımda olan Köşkeroğlu, yaz kış gece gündüz demeden işinin başında durmaya devam ediyor. Kimi zaman hiddetlense de her türlü işini çok seviyor. Zaten bu zahmete sevmeden katlanmak mümkün değil. Şöyle anlatıyor:
“Bugün İstanbul’un en köhne semtine gidip Köşkeroğlu yazsak orada iş yapacağımıza inanıyoruz. Markanın bir ağırlığı, kalitesi ve insanların güveni var. Biz niye 80 yıllık aynı çizgide ürün yapıyoruz, çünkü işimizin başındayız. İnsanlar uyurken biz çalışıyoruz, insanlar ayaktayken biz uyuyoruz. Sabah 4’te başlıyoruz çalışmaya. Marka kolay oluşmuyor. Özveriyle çalışacaksın, hep dikkat edeceksin. Marka hızlı çıktığı gibi hızlı batar. Çabuk marka yapabilirsin ama markanın değerini bilmezsen, ürünleriyle onu koruyacak çizgin olmazsa kaybolur gidersin. Biz Köşkeroğlu olarak markamızın zirve yaptığına inanıyoruz. Üçüncü kuşağın da bu zirvede tutması lazım.
Biz hiçbir zaman bir numarayız demedik, kimseyi rakip olarak seçmedik. Kendi işimize bakarız, kendi bildiğimiz uygularız. Babamıza 150 sene önce ne öğrettilerse biz de aynısını yapıyoruz. Aynı formül, aynı işlem…”