Cebinde 30 kuruşla İstanbul’a geldi / 90 ülkeye ihracat yapan OMS’nin hikayesi

Storybox / Özel Röportaj

Bu hafta sizlere Adıyaman’dan İstanbul’a cebinde 30 kuruşla abisinin yanına gelen ve iş hayatının tüm zorluklarını yaşayarak şu an OMS markası ile mutfak gereçleri sektöründe 3 fabrika ile faaliyet gösteren ve 90 ülkeye ihracat yapan Fatih Özger’in hikayesini anlatacağız. Sıfırdan gelen başarı hikayelerine en güzel örneklerden biri olan Özger, iş hayatındaki başarısını, başarısızlıkları ve daha birçok şeyi Storybox’a anlattı…

ÇUVALLARIN ÜZERİNDE İSTANBUL’A YOLCULUK

Fatih Özger’in hayata gözlerini açtığı yer Adıyaman Gerger’in Kütüklü köyü. Köyde ne elektrik var ne başka bir şey. 1979 yılında ilkokulu bitiriyor bitirmesine ama tüm sınıfların aynı yerde okuduğu bir düzende adını bile zor yazabiliyor. Tabi öyle bir sistemde okulu ve okumayı sevmek de kolay değil. Her ne kadar annesinin hayali oğlunun hakim olması ise de Özger’in hayalleri biraz daha farklı. Onun aklı iki abisinin olduğu İstanbul’da.

Özger Adıyaman’dan abilerinin yanına İstanbul’a okumaya geliyor ama altyapısı o kadar zayıf ki onun gözü bir an evvel çalışıp para kazanmakta. Bu arada Adıyaman’dan İstanbul’a geliş hikayesi de enteresan. Babası ona sadece 30 kuruş veriyor. Şöyle anlatıyor:

“Adıyaman’ın ilçesi olan Gölbaşı’na geldik önce, sonra da İstanbul’a gideceğiz. Orada portakal, elma ve mandalinaları gördüm tezgahta. Bakıyorum etraf ışıklı, her şey o kadar güzel geliyor ki gözüme. Cebimdeki tüm para ile bir kilo elma, bir kilo da portakal aldım. Otobüs biletine param kalmadı. Eski otobüslerde genelde aralara çuvallar atarlar, İstanbul’da yaşayanların çoğu gıdalarını o bölgeden, Doğu’dan getirirlerdi. Ben işte o çuvalların üzerinde oturarak geldim İstanbul’a.

Şu anda benim o Gölbaşı’nda cebimdeki tüm parayı harcadığım yerde fabrikamız ve 350 çalışanımız var. Bu bizim için çok büyük bir gurur.”

13 YAŞINDA BİR SIVAMACI

İstanbul’a okumak için gönderilse de o hemen abileri ile birlikte çalışmaya başlıyor. O dönem abileri kendi ifadesiyle tas tabak işi yapıyorlar. Özger’in orada yaptığı esas iş ise sıvamacılık. O dönemi şu sözlerle anlatıyor:

“Eskiden daha çoktu ama halen Doğu ve Güneydoğu’da yer sofraları ve siniler var. İşte biz küçücük bir atölyede onları üretiyorduk. Benim esas mesleğim sıvamacılıktır. 13-14 yaşımda ben sıvamacıydım, benim yaşımda hiç bu işi yapan yoktu ama ben işi severek yapıyordum. Bizim sıvamacıların sağ göğsü şişiktir. Hep mosmor olurdu çalıştığım dönemde. Benim sağ göğsüm sol göğsümden daha iridir mesela. Bütün sıvamacılarda aynı şekilde olur.”

HİDROLİK PRES MAKİNASIYLA DEĞİŞEN HAYAT

Küçük atölyedeki zorlu sıvamacılık günleri çelik ürünlerin yeni yeni ülkeye girmesiyle değişmeye başlıyor. O dönem önce çaydanlık ve tencere yapmaya başlıyorlar. Ancak sermaye yok, para çok kısıtlı. Daha sonra abisi atölyeye bir hidrolik pres makinası getirip koyuyor ve ‘bundan sonra bu makinada sen çalışacaksın’ diyor. Bu makine kendi işi olan sıvamacılığı otomatik olarak yapmaktadır ve çelikleri normalde kol kuvveti ile sıvayan Özger’e çok garip gelir. Şöyle devam ediyor:

“Bana dedi ki, bir tane usta var, 1 gün öğretecek sana, sonra da hayatta gelmez. Bir günde öğrendin öğrendin, öğrenmedin bizim iş bitti dedi. Bütün her şeyimizi tükettik, biz buna kaldık dedi. Gece uyuyamıyorum, makinenin başına beni koyacak, ama ben tek başıma makineyi hiç görmemişim.

Bir gün sonra usta geldi, o gün öğretti bana, ‘bir gün sonra kalıbı kendin söküp takacaksın’ dedi. Ben ertesi gün makinanın başına geçtim ve çalışmaya başladım, Allah’a şükür makineyi de ayarlamayı falan da hepsini yaptık. Aslında bizim bütün hikayemiz bu makinanın kullanımıyla başladı.”

İFLAS GÜNLERİ…

İşler yavaştan büyümeye başlar ve o küçük atölye 1985’lerde bir fabrikaya dönüşür. Hem sektörde az oyuncunun olması, hem büyük bir gayret hem de ihracata verilen önem işlerin hızla büyümesini sağlar. Ancak 2001 yılında dışardan ortakları olan bir kişi ayrılınca tekrar zor günler gözükür. Önce eksiye düşerler sonra da iflas bayrağını çekerler. Firmanın 350 tane çekinin arkası yazılır. Özger, o dönemi şöyle anlatıyor:

“Param yok, firmayı hesaplıyoruz, makineleri falan 800 bin dolar tutuyor. Satsak belki 300 bin dolar tutmayacak mesela. 1 milyon dolar da borcumuz var.

Gittim bir banka müdürüyle oturduk, adamdan çek koçanı istedim. ‘Anlat kardeşim firmanı’ dedi, her şeyi anlattım, samimi olarak tüm detaylarıyla anlattım. 350 tane çekimiz yazılmış, şu olmuş bu olmuş… Adam dinledi beni ve gitti. 5 gün sonra beni aradı gel dedi çek koçanını hazırlıyorum. Allah Allah, çok şaşırdım, hiç umudum yoktu çünkü. Çek koçanını aldım, ticarete devam ettim. 5-6 ay sonra müdürle samimi olunca dedim ki, ‘sen niye bana çek koçanı verdin?’ O da bana, ‘Senden evvel senin eski ortağın gelmişti, o bana 50-60 tane çekinin yazıldığını söylerken sen bana samimi olarak tüm gerçekleri anlattın. Ben sana güvendim ve koçanı teslim ettim’ dedi. Evet, umutsuzluğa düştüğümüz günler de oldu ama hiçbir zaman mücadelemizi asla bırakmadık. Bizim bildiğimiz iş buydu. Biz bu işten yetiştik.

Ben ortağımızdan ayrıldıktan sonra üç şeyi ilke edindim: “Çok çalışmak, çok dürüst olmak ve sabır. Sabrettin mi Allah hepsini gösteriyor, sana kim ne derse desin, sabredeceksin ama. “

ÜRETMENİN ZEVKİNİ TADINCA BIRAKAMAZSIN

Özger yeniden ticarete dönüp çelik ve sonrasında granit ürünler ile portföyünü büyütürken, özellikle ihracat tarafında da önemli adımlar atarlar. Gelinen noktada 90 ülkeye yapılan ihracat, İstanbul’daki fabrikanın yanına Adıyaman’da eklenen iki fabrikanın da en önemli temelini oluşturur.

Türkiye’de ürettiği ürünleri dünyanın dört bir yanına gönderen OMS’nin patronu Fatih Özger için en önemli şey yapılan işten duyulan haz ve ürünleri piyasada gördüğü an yaşadığı mutluluk. Özellikle yurtdışında kendi markasını görmek onu daha da mutlu ediyor. Özger, şöyle devam ediyor:

“Şimdi düşünün, bir ülkeye gidiyorsun, bir mağazaya giriyorsun senin tencereler satılıyor. Bunun hazzını anlatamam. Aslında şunu iyi algılamak lazım. İhtiyacımız olan belli bir limitimiz var bizim, 10 liradır, 20 liradır neyse. Geri kalanın tamamı birileri için biriktirdiğiniz bir paradır. Onu işlevsel hale döndürdüğün sürece zevk alırsın. Şimdi bütün sanayicilere bakın, ne yani ihtiyacı mı var bir şey üretmeye? Değil… Ama bir alışkanlık var, o ayrı bir zevk. O zevki tattın mı bırakamazsın. Üretim çok farklı bir şey. Bir ürün yapıyoruz, masanın üzerine koyuyorum günlerce ona bakıyorum. Ona baktıkça haz alırım. Mesela Tunus’un masterchef’ine sponsor olduk biz. Düşünsene, OMS firması. Bu en çok bana keyif veren şeyler bunlar.”

OMS şu anda aylık 150 bin çelik, 250 bin adet granit mamul üretiyor. Özger, bunu istedikleri an ikiye katlayabileceklerini ama istemediklerini söylüyor. Özger, “Biz halka kaliteli malı uygun fiyata verelim kullansınlar. Bizim amacımız o. Bu sene para kazandık, öbür sene farklı bir işe girelim, bizim öyle bir amacımız yok. Fasonu da yüzde 20’ye kadar düşürdük Allah’a şükür, yüzde 80 kendi markamızı üretip yurt dışına satıyoruz.” diyor.

İŞE EN ALTTAN BAŞLAMAK ÇOK ÖNEMLİ

Özger, kendisi gibi sanayiciler için çok önemli olan bir noktanın altını çizerek devam ediyor: İşe en alttan başlamak… “Şimdi ben masamda oturayım, çocuklar bir ürün getirsinler, çizik olsun ya da nokta olsun, hangi makinede olduğunu ben anlarım. Git şurayı düzelt derim, bu tecrübe farklı bir şeydir. Biz gerçekten çok sıkıntılar çektik mi, çektik. Bugün desen aynı şeyi yaşar mısın, ben yaşamak isterim. Sonuçta çektim ama başardım çok şükür. Çalışarak kazanmak çok farklı bir duygu.

Tecrübe satın alınabilecek bir şey değil kardeşim. Muhakkak bedelini vereceksin, çalışacaksın, emek sarf edeceksin o tecrübeyi kazanacaksın. Yoksa satın alacak bir şey olsa, bütün zengin arkadaşlar herkes parayı basar bütün çocuklarına tecrübe koyar.”

ÇALIŞMAK EZİLMEK Mİ? YOK ÖYLE BİR DÜNYA

Konuşmasında devamlı çalışmaya vurgu yapan Özger, ortaya emek koymadan başarmak diye bir şey olmadığını vurguluyor. Aynısını kendi ailesinde de yapmış. Oğlu okumak için ABD’ye gittiğinde önce orada bulunan ve pizza işi yapan yeğeninin yanına göndermiş. Devamını şöyle anlatıyor:

“Dedim ki, ne kadar zor işlerin varsa hepsini yaptır. Hatta eşimle kavga ettik, sen nasıl böyle dersin dedi. Dedim ki, ‘Bak biz ezildik eyvallah, ama bir yerlere geldik.’ Ben herkes zorlukları yaşasın görsün istiyorum. Zorluğu yaşamayan rahatlığın kıymetini anlamaz. 20-22 yaşımda okulu bitirmiş bir çocuğu bir anda 8-9 saat çalıştırmak çok zor. O yüzden çocukların önceden okul aralarında hazırlanması lazım. Bu çocuk ezme falan değildir. Aslında çocuğuna iyilik yapayım derken kötülük yapıyorsun. ‘Ben ezildim çocuğum ezilmesin’, yok böyle bir dünya…

Ne oldu yani sen ezildin, ne oldu çöktün mü, yok.. Bir yerlere geldin, Allah nasip etti. Bırak o da ezilsin, ezilmek değildir ki bu. Çalışmak ezilmek mi?”

spot_img

SON YAZILAR

BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR