Çiftçiler kralı Sencer Solakoğlu / Zengin babanın çiftçi oğlu

StoryBox’ta bu hafta İsviçre ve ABD’de eğitimini tamamlayan çiftçi Sencer Solakoğlu var… 2009 yılında Bursa’da FeyzSüt isimli şirketi kuran Solakoğlu, öncesinde yaptığı işlerden çiftçiliğin püf noktalarına kadar birçok konuya değindi. “Türkiye’nin ilk 10 büyük çiftliğinden bir tanesiyiz” diyen Sencer Solakoğlu, “Tarımsal üretimde yıllık 6 bin 400 dekarlık bir toprak işliyoruz. 2023 sonunda doğumlar da bittiği zaman toplam 4 bin büyük baş takribi 60-65 ton arası günlük süt sağılan kocaman bir tesisimiz var” sözlerini sarf ediyor.

İstanbul doğumlu Sencer Solakoğlu, Erzurumlu bir babanın tek erkek evladı. Storybox’ta genelde yer alan başarı hikayelerinin aksine çocukluğu zor şartlar geçenlerden değil. Tersine çok başarılı bir işadamı baba ile Endonezya’dan kişiye özel mobilyalar getirip satan bir annenin oğlu. Aslında her şey normal gitse zaten başarılı olacak bir profil iken, tarım gibi son derece zorlu bir alana girip memleket için elini taşın altına koymuş ve çiftçilikle yeni bir tarih yazıyor.

Çocukluğu varsıllık içinde geçtiğindendir muhtemelen, biraz şımarık bir çocuk olarak büyümüş. Ancak yaptıkları ailesinin canına tak edince kendi açılarından son derece zor bir karar alarak ilkokuldan sonra onu İsviçre’de bir yatılı okula göndermeye karar vermişler. İstanbul’daki rahatlıktan sonra liseyi bitirene kadar yurtdışında yatılı olarak okumuş. İsviçre’deki okula ilk giriş anını ise hiç unutamıyor:

“Oraya gittiğim zaman hâlâ her şeyin bir oyun olduğunu zannediyordum. Annem en son eşyalarımı dolaba yerleştirdi ve ‘evladım ben gidiyorum’ dedi, taksiye bindi ve gitti. Ben bir anda koskocaman bir okulun avlusunda kalakaldım. O ana kadar umursamıyorum ya hiçbir şeyi, ne tuvalet nerede, odamı nasıl bulacağım, hiçbir şeye dikkat etmemişim. Orada dank etmişti her şey. Beni bugün ben yapan önemli anlarımdan bir tanesidir, ama çok çok zor bir dönemdi… Annem bunun şart olduğunun bilincindeydi ve iyi ki de yapmış, ömrümün sonuna kadar hep bunu söyleyip sayıklayıp duracağım. Kavga da ettim, dayak da yedim, dayak da attım ama hayatta kalmayı öğrendim. Oraya artık hakim olmam 3 yılımı aldı ama o 3 yıl çok eğitici geçti, öyle diyeyim size…”

TÜRKİYE GÜNLERİ…

9.5 yıl İsviçre’de kaldıktan sonra direkt Amerika’ya giden Solakoğlu, orada ekonomi okuduktan sonra davranış bilimlerinde yüksek lisans yapar. Yüksek lisans sonrası da bir süre çalışır ama kendi ifadesiyle ‘bir köpek, 2 araba, bir mortgage’ in hayattaki beklentisi olmadığını çabuk anlar ve 30 yaşında Türkiye’ye dönme kararı alır. Türkiye’de ne yapacağını düşünürken babası ona ‘Oğlum bak burası Türkiye, sen burayı bilmezsin, lütfen otur, işte gayrimenkuller var onların kiraları vesaire var, bunların yönetimini yaparsın’ der. Eğer Solakoğlu o teklifi kabul etse şu anda kendisi için bu satırları yazmıyor olurduk elbette. Solakoğlu, şöyle devam ediyor:

“O dönem tam krizden çıkılmış, zorlu zamanlar ama ben de yerinde duracak bir insan değilim. Babam nakliyecilik yapıyor o zaman, işte gemi vesaire tarafı da var ama ben Türkiye’deki TIR’ların çok eski püskü olduğunu fark ettim. Milletin de parası yok, zaten krizden çıkmışız, bunların renovasyonuna girersem başarılı olabilirim diye düşünüp o işe girdim. Ailede para olmasından da kaynaklı paranın gücüyle büyüdüm. Mal tedariği yapıyorum, insanlara veriyorum, insanlar bana çek senetlerini veriyorlar, ben onlara vade farkıyla faturasını kesiyorum, götürüyorum bankadan parasını alıyorum. Yani böyle bir döngünün içine girdim ama, o çeklerin senetlerin bir gün ödenmemesini aklımın ucundan bile geçirmedim açıkçası. Babam uyarmıştı ama işin nereye taşıdığının farkında değildim.

HAYVANCILIĞA NASIL BAŞLADI

Türkiye’de ticaretin ne kadar zor olduğunu anladığım ve ilk şamarı yediğim andır. Ondan sonra bir gün ofise gittim, sürekli telefon açıp iş adamlarının arayıp insanlardan para dilendiği fark ettim, işte çekinizi ödeyin bakın şu bakiyeniz kaldı, şunu öder misiniz, bunu öder misiniz… Ben mal satacağım, ürün yapacağım bir şeyler öğreneceğim zannediyordum ama iş bambaşka bir yere büründü ve ben mutsuz olmaya başladım. 4’üncü yılın sonunda iyice kriz, insanlar çeklerini senetlerini ödeyemiyor ama banka sonuç olarak bakmıyor ki, çeki senedi senden tahsil ediyor. Ondan sonra zaten benim sakallarım döküldü, sakal kıran oldum, bayağı stresler yaşıyorum çünkü başarısızlık benim kitabımda yazan bir şey değil ve başarısız olmamın sebebi yaptığım bir hata değil, karşı tarafın sözünü ahlaki olarak yerine getirmemesi ve bunu çok doğal kabul ediyor olması.

Elimdeki çekler senetler batıyor, garantiye almak istiyorum bir yerlerden çünkü ne olacağını bilmiyorum. O sırada buranın arazisini aldım. Google’dan baktım, süt sanayicileri fabrikaları nerede, tam onların ortasına bir tane küçük bayrakçık diktim ve bir tane adamı gönderdim ve buradan bu araziyi toplattırdım.

Şimdi diyeceksiniz ki hem batıyorsun hem yatırımdan bahsediyorsun… Ailenin bir varlığı var, babamın beni geri çevirmeyeceğinden o kadar eminim ki… Sadece evladının değil, çevresindeki hiçbir insanın sırtını yere gelmesine müsaade etmemiş. Çok yüce gönüllü, paraya pula değer vermeyen, yani değer veren ama önemsemeyen, mütevazı yaşamayı lüks kabul eden kıymetli bir insan

2 yıl boyunca önce bunun fizibilitesini araştırdıktan sonra bu işe girdim ve bu işin çok karlı olabileceğini gördüm ve 34 yaşında başladım.”

Solakoğlu işe girişmeye karar verse de ilk etapta evdeki hesap çarşıya uymaz ve aldığı kredi inşaatın sadece üçte birine yeter. Normalde 750 tane hayvanla başlaması gereken işte binbir zorlukla 429 hayvan toplayabilir. Çiftlikte kendi kalabileceği prefabrik bir ev yapıp içini eski eşyalarla doldurur ve işe koyulur. Şöyle devam ediyor:

BİLİMSELLİKTEN HİÇ VAZGEÇMEDİM

“Burasını ben hakikaten tırnağımla kazıya kazıya bugüne getirdim ve Türkiye’de de bütün bunları yaparken de hiçbir zaman verimlilikten, akademiden, dünyadaki modern işletme zihniyetinden vazgeçmedim. Üçüncü sene bir daha batıyordum, çünkü 429 hayvan geldi ya, üçüncü sene nakit akış bitti, her şey bitti orada yine babama gitmek zorunda kaldım. Bir parti hayvan getirmemiz icap ediyordu, o destek oldu ve bir daha beni kurtardı. Ama bu çalışmanın bir sonuç vereceğini görebiliyordu artık.

Bu işe girerken aynı şevkle ve aynı mantalite ile, işte makaleleri okuyarak, akademik journal’leri takip ederek ve profesyonel dergileri takip ederek kendimi geliştirdim. Türkiye’de bir çok çiftçi çocuğu veya birçok çiftçinin en büyük dezavantajı, at gözlükleriyle yaşıyorlar. Çünkü dededen babadan gelmiş olan bir geleneksel üretim metodu var ve sorgulanamaz bir şey onun kafasında. Bende bu yok, ben sıfırdan geldiğim için her şey merak konusu ve her şeyi araştırıyorsunuz. Hem günlük pratik hem günlük okumalarla bugünlere geldim.

Ben bir sürü çiftçi tanıyorum hepsi benim gibi progresif, kendini geliştirmek isteyen ama Türkiye koşullarında benim gibi babaları olmadığı için bazı adımları atacak cesarete sahip olamıyorlar. Varını yokunu kaybetmekten çekindikleri için, bu yanlış anlaşılmasın yani ben varlıklı bir ailenin evladı olduğum için har vurup harman savurup böyle müthiş büyük lüks yatırımlar falan yapmıyorum, ama o çiftçinin kaybettikten sonra hiçbir dönüş potansiyeli yok.

ÇİFTÇİ OLDUĞUM İÇİN ÇOK GURURLUYUM

Köylüyü, üreticiyi çok küçümsedi Türkiye. Bir çiftçi, bir üretici olduğum için gurur duyuyorum. Çok değerli, çok zevkli, çok eğlenceli ve ulvi bir iş yaptığıma inanıyorum. Çevremizdeki insanlar genelde benimle dalga geçerler, işte çiftçi geldi çiftçi gitti… Düşünsenize ben Bursa’ya gidiyorum, bir sürü sanayici arkadaşım var ama ben hayvan boku kokuyorum. Ahırdan çıkıp gidiyorum oraya. Benim kızlarım ilk başta baba kokuyor falan diyorlardı, kızım diyordum bu paranın kokusu, zaman içerisinde öğrendiler.

Türkiye’nin ilk 10 büyük çiftliğinden bir tanesiyiz ve yaptığım işten çok mutluyum. Akşam yatıyorum, bir an önce sabah olsun da kalkayım diyorum, o kadar heyecanlı, o kadar çok işim, o kadar hayalim var ki… Tarımsal üretimde ,yıllık 6 bin 400 dekarlık bir toprak işliyoruz. Hayvanlarımızı sadece düz kesmektense bunları mamule çeviriyoruz, Türkiye’ye, İstanbul’un belli başlı restoranlarına gönderiyoruz, kalan ürünleri de sucuk ve sosis yapıyoruz. Sucukçu olmak için değil, ürettiğim ürünün daha katma değerli piyasaya çıkması için. Bir de tabii şişeleme tarafı var, yani sütümüzü şişeeliyoruz ve çiğ süt olarak işliyoruz ve satıyoruz.

4 BİN BÜYÜKBAŞ

2023 sonunda, doğumlar da bittiği zaman, 4 bin büyük baş ve takribi 60-65 ton arası günlük süt sağılan kocaman bir tesis düşünebilirsiniz. Benim hedefim çok üretmek değil ama çok yüksek kaliteli üretmek. şu anda işte Boğaziçi üniversitesi’nde blockchain çalışıyoruz. Ben sosisli seviyorum ve yemeğe devam etmek istiyorum ama bu yediğim sosisin içinde ne olduğunu bilmek istiyorum. Sadece içinde ne olduğunu değil, içine hangi etin girdiğini görmek istiyorum diyen insanlar varsa onlar için siz bir bir kare kodla bütün bu bilgiyi toplayabilirsiniz hayvana antibiyotik yapılmış mı ne zaman yapılmış arınma süreleri kullanılmış mı ne olmuş bütün insan sağlığı açısından gerekli gereksinim duyulacak her türlü bilgiyi ekranınıza getirebilecek kadar şeffaf daha önce hiç yapılmamış bir şey yapmaya çalışıyorum.

Çok büyük fırsatlar, müthiş fırsatlar var. Öyle bir sektör düşünün ki, siz domates yetiştiriyorsunuz ama yanınızda domates yetiştiren adamla rakip değilsiniz, bu işle rekabet yok. Çünkü ihtiyacı var Türkiye’nin, üretebildiğin kadar satabiliyorsun yeter ki bunun planlaması yapılsın.

spot_img

SON YAZILAR

BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR