StoryBox’ın bu haftaki konuğu Refika Birgül… Yemek kitabı ve gazete yazarı olmasının yanı sıra Refika’nın Mutfağı’nın kurucusu olan Birgül, hikayesini tüm detaylarıyla anlattı. Psikoloji mezunu olan, özel bir hastanede yöneticilik yapan Refika Birgül, nasıl yemek yapmaya başladığından kırılma noktasına, planlarından geldiği sürece kadar birçok konuya değindi.
Refika Birgül, Nevşehir’de bir köyden bursla İstanbul’a okumaya gelen bir baba ile henüz 14 yaşında Kıbrıs’taki Rumlarla yaşananlar nedeniyle evinden kaçmak zorunda kalan ve İstanbul’a gelen bir annenin kızı. Annesi de babası da İstanbul’da tıp okuyan ve doktor olan Refika Birgül de yine doktor olan abisi ve ebeveynleri gibi akademik olarak son derece başarılı bir isim. Ama kendi ifadesi ile biraz yabani bir çocuk, hani bıraksalar odasından çıkmayacak içine kapanık çocuklardan. Ortaokul ve liseyi Türkiye derecesi ile Robert Kolej’de okuyan Birgül, üniversitede ise Koç Üniversitesi Psikoloji bölümünü bitiriyor.
Her ne kadar sanata büyük ilgisi olsa da çalışma hayatında anne babasına benzer bir yol izliyor. Tabi bunda ailesinin baskısının da büyük payı var. Ama o dönem yaşadığı baskılar onun bugünkü yolunun da önünü açıyor bir bakıma. Şöyle anlatıyor:
“Annem ve babamın baskısı ile okuldan sonra kendimi bir hastanede pazarlamada buldum. 30 yaşıma kadar onlar mutlu olsun diye çalıştım. Ama her işte bir hayır vardır, o baskı benim 30’umda ceketimi alıp maddi manevi her şeyi bırakıp kendimi yemeğe vermekte en büyük özgürlüğüm oldu.
‘Bu böyle yapılmış, benim de böyle yapmam lazım’ gibi, adı lazımla gelen bir şeyler olduğunda hepsinin üzerini tak diye çiziyorum. Çünkü o lazım denilen şeyler öğrenilmiş yollar, gidilmiş yollar. O öğrenilmiş ve gidilmiş yollardan gittiğin zaman sana bir faydası olmuyor, başkasının hayalini yaşıyorsun. Halbuki bir tane hayatımız var ve o hayalleri yaşamamız lazım ki, buraya gelme sebebimiz de yerini bulsun. Lazımları bırak, kalbinin sesini dinle.”
KİTAP YAZDI, HAYATI DEĞİŞTİ
Hastanede çalışırken en son 350 kişilik bir kadroyu yöneten Refika Birgül her şeyi bırakıp kendini yemeğe adamaya karar verdikten sonra 2010 yılında bir kitap yazıyor ve 6 tane yayınevine gönderiyor. Aralarından Boyut Yayınevi inanıp kitabı basıyor ve kitap 3 hafta içinde satılıyor. Kitabın popülaritesinin ardından Hürriyet gazetesi yazarlık teklif ediyor, yurt dışından müzeye koymak için arıyorlar, Financial Times’ta kendisi ile ilgili yazı çıkıyor… O sırada hayal ettiğim televizyon programını yazıyor ve sponsor olmak için Arçelik’ten arıyorlar. Şöyle devam ediyor:
“Hani mucizeyse mucize. Siz gitmek istediğiniz yolu seçtiğiniz zaman evren kendini hizalıyor. Bu net benim yolum dediğinizde mucizeleri size vermeye başlıyor. Biz göğsümüzü, gönlümüzü açtığımızda, imkansızlar olmaya başlıyor. Bir tane kadın benim gazete yazımdan bakıyor, ‘bu kız enteresan bir kıza benziyor, başka hiçbir şey de görmemiş, görüşün’ diyor ve kitabın basımından 3 ay sonrasında televizyon programım başlıyor. Ama o programın formatını kabul ettirene kadar benim anam ağladı mı, ağladı. Çok uğraştık.
Televizyon programı 3 sene çok güzel gitti, oyunun kurallarını değiştirdik. Fakat öyle bir sözleşmem vardı ki, benim başka hiç kimseye hiçbir şey yapabilmem mümkün değildi. Sözleşmem bittiğinde çok zor 1.5 yıl geçirdik. Ne yaşadığımı ben bilirim. Anadolu’da bir laf vardır, ‘İt kışı çıkarır ama yediği ayazı kendi bilir’ diye. Sonra yavaş yavaş bir şeyler yaptık, ben daha fazla üretmek istiyorum, hızlı tarifler yaptım.
Sitelere gidip yemekler yaptık, kitaplarımızı yapmaya devam ettik, oradan akmasa da damlayan bir paramız geliyordu. Küçük küçük, ama çok zordu.”
SİMOTAS BİNASININ SIRRI
Refika Birgül, ekibiyle birlikte yemekle ilgili tüm işlerini Kuzguncuk’ta Simotas binasında yapıyor. Bu binanın hikayesi ve ayağa kaldırılması da çok zorlu bir süreç oluyor. Şöyle devam ediyor:
“Binayı ilk yapan insanlar Musevi aile. Kime yaptırıyorlar Rum mimar Simotas’a, İstanbul Rum’u. Müslüman memlekette, dolayısıyla 3’ü bir yerde.
80’den 90’a bir adam geliyor alıyor burayı bir otel yapmak için. Hatta oda oda bölüyor, asansörü yapıyor her odaya tuvalet yapıyor fakat batıyor. Sonra alan insan da batıyor. Sonra bir bankaya kalıyor, o banka da batıyor, sonra başka bankaya kalıyor o da batıyor. 3 banka battıktan sonra yıllarca kapalı kalıyor ama müthiş bir bina. Ben binalarla konuşmayı çocuklarla severim. Kendi hikayeleri var, hem küskün ama mağrur da bir hali vardı. Anneme de söyleyemiyorum, çünkü onların dediğinden başka bir yola da çıkmışım. Burada iki tane sanatçı vardı, biri heykeltıraş biri ressam, Ülgen ve Mavi Tan. Onlar bir sergi yapmak istiyorlardı. ‘Şu iki katı ben size silsem toparlasam’ falan deyip, önce kendim için değil, onlara temizlime işleriyle girdim. Önce öyle bir temizlikle başladık. iki kere pirelendim. Ondan sonra yerlere betonlar dökmüşler kalmış, sistire yapmak lazım, o zaman 10 yıl önce 3 bin lira diyor. 120 liraya taş aleti aldım, böyle önü taşlı, vız vızlı. Merdivenleri kendim sistireledim, o yüzden yamuktur. Duvarları kendimiz boyadık. 1,5 yıl o kadar soğuktu ki duvara sırtınızı dayadığınızda duramıyorsunuz. 30 yıl boş kalmanın soğukluğu sırtınızı kilitliyor. Öyle öyle yavaş yavaş nefesimizle ısıtalım dedik, 35 yaş altı ilk iş kuran sanatçı ve zanaatkarlara oda oda kiraladık.
Her şey öyle başladı. Herkes 200 lira, 300 lira öyle kiralar. Zorlandığımız dönemin bir kısmında bazı insanlar kiralarını veriyordu, bazıları veremiyordu, o kiraları toparladık, anneme de kira veriyoruz bu arada. Kendimiz bulduk yolumuzu. Dolayısıyla böyle olduğunda belki biraz daha zorlanıyorsun, korkuyorsun, belki biraz daha uykun kaçıyor ama çıktığın zaman da ben çıktım diyebiliyorsun. 1.5 yıl sonra burayı ayağa kaldırdık. Isınmamız oldu ,yavaş yavaş da su bağlantılarını paramız oldukça yaptık, öyle öyle ufak ufak devam etti.”
3 ŞİRKET ÇIKTI
Refika Birgül’ün yemek serüveninden ve bu binadan 3 tane şirket çıkmış durumda. Şöyle anlatıyor:
“En başta Refika var, Refika televizyon programları, YouTube yapıyor, reklamlar yapıyor, en büyük gelir kaynağımız bu. Bir tanesi de Börek Production, bildiğimiz pek çok firma ile beraber onların yemek içeriklerini çekiyoruz. Refika’dan diye bir şirket kurduk. Benim yayında arkamda gördüğünüz kavanozlarım vardı, büyük tahtalarım, havanım vardı, bunlar eskiler ama yolda kaybolmuşlar. Benim kendi öğelerim, benim binlerce yıldır kullandığım fırıncı küreğim varsa, bunların bugünkü koşullarıyla adapte olmasıyla tasarımlar başladı. Anadolu’nun bir köşesinde unutulmuş bir şey buluyorum, ‘bunu bugün nasıl üretebiliriz, bugünkü formlarda satılabilir şeyler mi’ diye düşünerek Refika’dan şirketimizi bunun üzerine kurduk. Mesela 1.5 yıl bıçak tasarımı yaptım, bunu sonra insanlarla paylaştım. Tasarladığımız farklı farklı ürünleri hem dükkanımızda hem de internette satıyoruz.
Burada yüzde 100 yerli üretim en önemli şey. Ben biraz daha eski kafalıyım, üretme kasını kaybetmememiz gerektiğini düşünüyorum. Küçük ve orta ölçekli atölyelerin, bu ülkeyi taşıyan orta sınıf gibi, bel kemiği olduğuna inanıyorum. Refika’dan’ın amacı kar etmek değil, o kasların devam edebilmesi.
Mesela Emaye. Ben emaye tabaklarla o Mucize Lezzetler’de çıktığımda herkes şaşırdı. 2000-2010 arasında Türkiye’de çelik ürünlerle yarışamadıkları için 10 tane emaye fabrikası kapanıyor. Halbuki zanaat, el işçiliği. Süleymaniye’de küçük bir emaye dükkanı vardı, adamın fabrikası varmış, kapatmış. Adam bana anlatırken ağlamaya başladı. ‘Abi sana söz vereceğim, ben bu emayeyi o kadar popüler yapacağım ki sen yetiştiremeyeceksin satmaya’ dedim. Birkaç yıl bizim ekipten biri gidince yine ağlamış, ama bu sefer mutluluktan.
Yine şimşirde bir ustamız bir köyde böyle zorlanıyor gibiydi, ben dedim ki ‘bu o kadar popüler olacak ki baba bana öğret’ diyecek. Şimdi baya full time çalışıyorlar. Çiniyi bambaşka şekilde kullanmaya başladık, yeni bir çini serimiz var. Abdülmecit Köşkü’nün çinilerini tabaklara basarak kullanmak gibi.”
HEDEF GASTRONOMİ MÜZESİ
Refika Birgül parayla ilgisi çok olmayanlardan. Biraz para biriktirince hemen onunla birşeyler yapmaya çalışıyor. Yeni hedefini şöyle anlatıyor:
“Belki bir gastronomi müzesi açmak… Kazandığım 50 bin lira param olunca kaşınmaya başlıyorum. Öyle ki paramla gittim bir tane hamam aldım. Yavaş yavaş toparladım, önce onun kredisini ödedim. Orayı mutfak müzesine çevirmek çok güzel olur, ama yaşayan bir müze, sadece gittim gördüm değil. Uluslararası yemek programını orada çekmek. Batılıların oryantel fantasizi var ya, onunla yemek ya da bahçesinde çeşit çeşit Anadolu fırınları, tandırları, küpleri olsun, öyle bir hayalim var.”