StoryBox’ın bu haftaki konuğu Gurbetçiler Plastik’in Yönetim Kurulu Başkanı Erol Köstek… 5 kardeşli bir ailede büyüyen ve 10 yaşında babasını kaybeden Köstek, Libya’da 4 yıl çalıştıktan sonra biriktirdiği parayla iş hayatına atılırken, 13 bin 500 dolar sermayeyle başladığı ticarette; 70 milyon dolarlık bir marka olmayı başardı. Gurbette çalıştığı için şirketinin adını ‘Gurbetçiler’ koyan Erol Köstek, “Yetimliğimin, fakirliğimin benim sermayem olduğunu gördüm. Ben hayata tutunmak zorundayım, ‘başarmak, kazanmak zorundayım’ diyerek, isabetli kararlar verip ama gecemi gündüzümüze katarak çalıştım. Bedava peynir fare kapanında olur. Beleş paranın hayır getireceğine inanmıyorum. Ben hayatımda, loto, toto, milli piyango, hele bu Bitcoin, bunları tanımam bilmem. Ben alın terinden başka kazancın bereketli olacağına inanmıyorum” sözlerini sarf ediyor.
Gurbetçiler Plastik’in patronu Erol Köstek’in hikayesi 1957 yılında Erzincan Refahiye’nin Çatalçam köyünde başlıyor. Henüz 10 yaşında iken bir tren kazasında babasını kaybeden Köstek, 5 kardeşi ve annesi ile hayata tutunmaya çalışıyor. İlkokulu köyünde bitiren Köstek, aynı yıl köyde bir ortaokulun açılmasıyla öğrenimine orada devam ediyor.
Lisede yatılı okul sınavlarını kazanamamasına karşın bir tanıdıklarının vesilesi ile ticaret lisesinde okumaya başlayan Köstek, kitapsız, kalemsiz ve deftersin bir okul hayatını yine de başarı ile tamamlıyor. Hatta o dönem yaşadığı bir anıyı şöyle anlatıyor:
ORALARIN TAPUSUNU VERSEYDİ BU KADAR SEVİNMEZDİM
“Bir hafta sonu anamı ziyarete gelmişim köyüme, köyümden Erzincan’a dönüş için de iki alternatif var. Ya traktörle kazaya 24 kilometrelik yolu gelip 2 lira vereceğim ya da dağ yolundan yürüyeceğim. Yürürken yol üzerinde halam var, ona uğradım, karnımı doyurdum, nasihatları dinledim, yola devam etmeye başladım. Arkadan Erol, Erol diye bir ses duyduğumda koşa koşa geldim, bir ablamın elinde 10 lira para. Kız abla bu ne dedim, dedi ki oğul, İstanbul’dan bir bey gelmiş bunu sana harçlık vermiş. Oraların tapusunu belki bana verselerdi ben o kadar mutlu olamazdım. Sadakanın bu kadar kıymetli olduğunu, yetime dokunmanın bu kadar hoş olduğunu Allahım o gün bana öğretecekmiş, ben ne bileyim.”
Ticaret lisesinden sonra İstanbul’a teyzesinin evine gelen Köstek, ev küçük, nüfus da kalabalık olduğu için hemen kendisine bir iş bakmaya başlar. Pendik çarşıda dolaşırken bir lokantanın camında tabakçı aranıyor yazısını görünce hemen dalar içeri. Ama tabi tabakçının bulaşıkçılık demek olduğunu henüz bilmiyordur. Şöyle devam ediyor:
“Bulaşıklar yığılmış dağ gibi, yüzlerce sinek iniyor, kalkıyor. Sözden dönmek var mı, yok. Ben iki gözüm iki çeşme bulaşığa girdim, bulaşık yıkadım. Yattığım yer ardiye. Bir tarafta soğan, patates, odun kömürleri ve ben portakal kasalarının önünde eski kirli bir şiltenin üzerinde yatmayı kendime konfor olarak görmüşüm. Orada 1.5 sene çalıştım. Daha sonra komilik, garsonluk ve kasayı teslim ettiler.
BİR ANDA LİBYA’YA GİTTİ
Ardından da bir arkadaşın vesilesiyle Sedef Gemi tersanesine muhasebe elemanı olarak girdim. O zamanki genel müdürümüz Cemil Gürlek abimiz askere gitmek üzere tersaneden ayrılırken bana ‘tazminatını alma dönüşte bizimle çalış’ notunu gönderdi. Ben de bu tazminata ihtiyacım var, anamın bacımın 20 aylık kirasını ödeyeceğim dedim. Bunun üzerine Cemil abim hem tazminatımı ödetti, hem ilave harçlığımı verdi ve dönüşte yine bekliyorum dedi. Askerlik dönüşü hemen yanına gittim, bir telefon çevirdi ve ‘sana bir delikanlı gönderiyorum, bunu en kısa zamanda Libya’ya gönder’ dedi. Benim ayaklarım titredi, yüreğim hop hop hopladı. Libya hiç düşündüğümüz bir olay değil. ‘Efendim çok özür diliyorum, ben askerden geldim, nişanlıyım, canım anam da beni bırakmaz.’ dedim. Neyse bir şekilde ikna ettim ve Libya’ya gittim. Hemen ardından da eşimi yanıma aldım.”
13 BİN 500 DOLAR BİRİKMİŞLE İLK İŞ
Libya’da 4 yıl boyunca idari pozisyonda çalışan Köstek, aynı zamanda orada baba olmanın gururunu da yaşar. Türkiye’ye döndüğünde ise bir yol ayrımındadır, ya kardeşiyle beraber biriktirdiği 13 bin 500 dolarla kendi işini yapacaktır ya da başkasının yanında çalışmaya devam edecektir. Köstek’i bu satırlara taşıyan hikayeden de anlaşılacağı üzere kendisi birinci yolu tercih eder… Şöyle anlatıyor:
“Libya dönüşü Almanya’da ailecek çalışan bir köylümüz, benimle ortak iş yapmak istediğimizi anneme söyler. Annemle konuştuk ve ben de kabul ettim. O zamanki ortağım bir sanayiciden arsa almış. Aldığı adama gittik ve o arsada bir imalathane kurmak istediğimizi söyledik. Bizdeki heyecanı ve arzuyu gördüklerinde, ‘gurbetten gelenler arsa alır faize yatırır, ev yapar siz sanayi ile ilgileniyorsunuz. Bu ateşiniz, bu düşünceniz hoşuma gitti, eğer plastik işi yaparsanız biz size doğru bildiğimizi öğretiriz.’ dediler ve hiç beklemediğimiz bir kapı açıldı. Ben plastiği sofrada görmüş bir insanım. Evde konuşurken galvaniz su borusu üreten bir firmada çalışan kız kardeşim lafa karıştı. ‘Bizim fabrikada boruların başına takılan plastik tapalar gördüm, bir başka firmadan geliyor, bir randevu alıp sizi müdürümle görüştüreyim’ dedi. Adam da bize ‘aynı şartlarda ve aynı kalitede olursa neden olmasın, sizi tercih ederim’ dedi.
Biz numuneleri aldık tekrar abimize gittik. Fiyatları koyduk önlerine, ‘evet, siz buradan ekmek yersiniz ama tek makine sizi doyurmaz’ dedi. Biz de başladıktan sonra ona göre makineler ve kalıplar aldık, iş şirketin kuruluşuna geldi. Çocuklar, ‘Eğer siz de münasip görürseniz gelin sizin şirketinizin adını Gurbetçiler Plastik koyalım. Niye? Erzincan’dan gelmişsiniz, İstanbul’a yerleşmişsiniz. İstanbul yetmemiş gurbete gitmişsiniz, tekrar İstanbul’a gitmişsiniz tekrar İstanbul’a gitmişsiniz, sizden daha iyi gurbetçi mi olur’ dediğinde bizim de hoşumuza gitti ve 1985 yılında öyle başladık.
ORTAKLIK KISA SÜRDÜ
Pendik’te bir apartmanın altında ve 100 metreyi bulmayan bir dükkanda çalışmaya başlarlar. Ancak ortaklık kısa sürer ve 8 ay sonra ayrılmak durumunda kalırlar. Ayrıldıktan sonra ellerindekini ortağa verince iki kardeşiyle işe koyulurlar ancak haftalarca memleketten gelen yiyecekle idare etmek zorunda kalırlar, haricinde evde tencere kaynamaz. Fakat o dönem Libya’daki proje müdürü Özgün Dumrul imdadına yetişir. Şöyle anlatıyor:
“2. Boğaz Köprüsü’nün çevre yollarını yapıyorlar, beni şantiyeye çağırdılar. Ambarı teftiş etmemi ve sistemi oturtup diğerlerine devretmemi istediler. Dosyamı hazırladım, 2 hafta çalıştıktan sonra elini öptüm şantiyeden ayrılırken, ‘oğlum muhasebeye uğra oraya da bir Allah’a ısmarladık de’ dedi. Ben muhasebeye uğradığımda bana bir zarf takdim ettiler. İçi dolu, aldım yavaşça cebime koydum. Ne göreyim, bir sürü banknot. O günün şartlarıyla en az 3 ay mühendislik parasıydı. Biz o parayı aldık, rahatladık, ilave ham madde aldık, üretime başladık. Derken arkadan bir zarf içinde bir çek, bu üründen şu kadar yap getir. Arkadan başka şantiyeler arıyor, ‘ya sen bizim Özgün’ün adamıymışsın niye gelmiyorsun’ diye. Bende pazarlama kabiliyeti sıfır, üretim yapacak para yok, sermaye yok. Evimde tencere kaynamadı derken 9 ay sonra Pendik Yayalar’da 750 metrekare arsası olan içinde bir inek ahırı olan bir yer almak nasip oldu. Biz o inek ahırının yalaklarını kırdık attık, taş duvarları bol suyla yıkadık, iki torba kireç alıp taşları beyaza boyadık, sanayi elektriğini alıp makinemizi içeri soktuk. Yavaş yavaş büyüyerek 750 metrekarelik yer yetmedi, yandan topladığımız arsalarla yaklaşık 1.5 dönümlük bir mekan oluşturduk.
Biz ortaktan ayrıldıktan sonra 3 kardeş işimize başladık. Kardeşim Erdal, kız kardeşim Huriye. 17 yıl beraber çalıştık, 23 yıl da kız kardeşimle çalıştık. Şimdi ben ve oğlum Ömer, kızım Gamze ile birlikte 140 kişiyle 24 saat çalışarak bugün burada bulunmuş olduğunuz yaklaşık 20 bin metrekare kapalı alanda hizmet vermeye çalışıyoruz. “
70 ÜLKEYE İHRACAT YAPIYOR
Gurbetçiler Plastik olarak bugün yaklaşık 70 ülkeye ve 180 müşteriye hitap ederek dünyanın Antarktika hariç bütün kıtalarına mal satmaya çalıştıklarını söyleyen Köstek, “1985 yılında kurduğumuz şirketimizle plastik paspayını ülkemize getirdik dersek abes olmaz. Plastik paspayı, betonarme yapılarda kullanılan kalıp ile demirin arasını eşit mesafede tutmaya çalışan plastik elementlerdir. Perdede, kolonda, döşemede kullanırım. Libya’da gördüm ki, paspayı olmadan beton döktürmüyorlar. Amerika kıtasında en az 10 nokta, Şili’sinden Peru’suna kadar. İngiltere, Almanya, Hollanda, Belçika, İtalya, Rusya, Katar, Dubai, Kuveyt, gibi bir çok ülkeye üretmiş olduğumuz paspayılarını göndererek ülkeye döviz getirmeye çalışıyoruz.” diyor.
PEKTUSLU ÇOCUKLARA DESTEK
İnşaat malzemesi yanında medikal ürünler de yaptıklarını söyleyen Köstek, bu işin başlangıcını ise şöyle anlatıyor:
“Bir gün bir telefonum çaldı, ben Profesör Mustafa Yüksel Marmara Üniversitesi Göğüs Anabilim Dalı Başkanı, sizinle tanışmak istiyorum dedi. Ben bir anda şaşırdım, neyse konum gönderdim iki arabayla fabrikamızı ziyarete geldiler. Valizi açtı, bir sürü malzeme çıkardı. Hocam bunlar ne dediğimde ‘bunlar pektuslu çocukların tedavi amacıyla kullandıkları aletler. Yurt dışından geliyor dövizle satılıyor. Bu insanların alma gücünün olmadığını görüyorum ve üzüntümü bertaraf edemiyorum. Senin bu işlere hassas ve duyarlı olduğunu söylediler.’ dedi. Ben de, ‘Hocam biz bu ürünlerden hiç yapmadık ama bana numune bırak, biz bir ders çalışalım’ dedim. Ekibimi hemen topladım ve 15 gün süre içerisinde bir tane pektus ürettik. Hocamı tekrar davet ettim, geldik numuneyi önüne koyduk. İnanın gözlerinin yaşardığını gizleyemedi. Döndü, ‘ya sen nasıl bir adamsın, ben bu ürünü kaç kişiye götürdüysem bana kaç liradan satacaksın, kaç adet satacaksın, ne kadar kalıp parası vereceksin gibi bir sürü maddi maddi sıkıntıları önüme getirdi. Sen bunların hiç birini bana sormadığın gibi bir kuruş iş avansı da istemedin ve önüme numune koydun.’
‘Hocam’ dedim, ‘yetimlik nedir sen bilir misin, yokluk nedir sen bilir misin, ulaşamamak nedir sen bilir misin… Bunları ben iliklerime kadar yaşamış insanım. Allah senden razı olsun ki, sen bizi tercih ettin geldin, benim yarama tuz bastın. Ben yetime dokunmanın, ihtiyaç sahibinin ihtiyacını karşılamanın hazzının ne olduğunu çok iyi biliyorum, sen bunu tekrar tekrar bana yaşattın. Bugün, hocamın kendi ifadesidir, Almanya’dan gelen ürünlerden daha kaliteli ve daha işlevsel ürün olduğunu söyledi. Böylece hem bize yeni bir iş dalı oluştu hem de yurt dışına ihracat yapma durumuna geldik. Pektusun tedavi amaçlı gereçleri Almanya’dan, Rusya’dan ve Çin’den gelirken şimdi biz Avrupa’ya gönderiyoruz.
Bir de lisede okurken ve bir kurşun kalemim yokken dahi, Allah’a ‘ileride bana da bir vakıf kurmayı nasip et’ diye yakardığımı hiç unutmuyorum. Eşim Gülesen Hanım ile birlikte bir vakıf kurmak nasip oldu. Bugüne kadar Erol Gülesen adı altında yetime yoksula dokunurken, bugün bir vakıf adı altında hizmetlerimize devam etmeye çalışıyoruz. Vakfımızın içeriği din, dil, ırk ayırmaksızın, öksüz fakir öğrencilerin öğretimine katkı sağlamak için kurulmuş bir vakıf. Gülesen Erol Köstek Aile Vakfı, kısası GEKAV.”
FAKİRLİĞİM BENİM SERMAYEM OLDU
Köstek, başaeısını anlatırken, diğer patronlar gibi çalışmaya vurgu yapıyor ve başarma hissinin altını çiziyor:
“Yetimliğimin, fakirliğimin, yoksulluğumun benim sermayem olduğunu gördüm. Ben hayata tutunmak zorundaydım, başarmak zorundaydım, kazanmak zorundaydım… İsabetli kararlar vererek, ama gecemizi gündüzümüze katarak çalışmayı yeğledik. Kazandığımız her parayla, her kuruş parayla yatırım yaptık. Genç kardeşlerime önerimdir, korkmasınlar. Hiçbir şeyden korkmasınlar. İçinde üretim, pazarlama, sanayicilik, ticaret ruhu varsa, kesinlikle kendilerini başka yerde oyalamasınlar. İçindeki ateşi dinleyerek o yolda yürümeye çalışsınlar. Bir kartopu yaparsın avcunla, onu yuvarlamaya başlarsın, yuvarlarsın, yuvarlarsın, yuvarlarsın bir de bakmışsın ki, boyunu açmış, hacmi çapını aşmış, üretimi de imalatı da böyle görmek lazım. Doğru, dürüst, kaliteli üretirsen kazanmaman için bir neden yok. Düşünün ki 1985 yılında kurduğumuz şirketimizin sermayesi 13 bin 500 dolar civarındaydı. Bugün 70 milyon doların üzerindeki bir doların değerle karşınızda duruyoruz.
Gençlere ve kardeşlerime öneriyorum. Yüksek tepelere çıktım, geniş uzun ufuklara daldım ve orada çözüm ürettim. Ortaokulda okurken bir öğretmenimin bir dersi hiç gözümün önünden gitmiyor. Kara tahtaya kocaman bir yuvarlak çizdi. Dedi ki çocuklar hayat boyu bir çok zorlukla karşılaşacaksınız. Bu zorlukları aşmak zorundasınız. Aşamazsanız ayakta duramazsanız, kazanamazsınız. Bu öyle büyük bir sorun olsun ki, bütün sınıf olarak kucaklasak kaldıramayacağız, bertaraf edemeyeceğiz. Ama tek başınıza başarmak zorundasınız. Onun için probleminiz ne kadar büyük olursa olsun, bunu parçalara bölmeye çalışın. 2’ye bölün, yetmedi 2’ye daha bölün, yetmedi 6’ya bölün, 8’e, 10’a, 100’e, bine bölün ama bir parçacığı gücünüz yettiğini görüp oradan çıkardığınız zaman bütün problemin çözüldüğünü göreceksin ve diğer problemleri çok daha kolay çözüp hedefe ulaşacaksın.
Ben ne zaman sıkışsam, eyvah tekerim taşa dayandı daha gidemiyorum dediğim anda yüksek tepelere çıkardım. Etrafı seyreder kendi kendime çözüm üretmeye çalışırdım. Rüyalarımda bir çok problemimi, sıkıntımı bir çok imalat problemimi çözdüğümü bilirdim. Bu da nedir, ben işimin aşığıydım, sevdalısıydım, işimle yattım, işimle kalktım.”