StoryBox’ın bu haftaki konuğu Greenada’nın kurucusu Mesut Türk… Yüksek besin değerine sahip tarım ürünlerinin üretimini yapan ve tedariğini sağlayan Greenada’nın kuruluş hikayesi, yaşanan zorluklar ve geldiği süreci anlatan Türk, farklı hayat hikayesiyle de dikkat çekiyor. 2007’nin sonunda kredi kartından 3 bin TL nakit avans çekerek şirketi kurduğunu söyleyen Mesut Türk, günlerce aç kaldığını, devamlı borç ödediğini ama hep risk aldığını söylüyor. ‘Başarmaktan baişka şansım yoktu’ diyen Türk, sıfırdan 250 milyon liraya ulaştırdığı şirketinin hikayesini Storybox’a anlattı…
Mesut Türk’ün hikayesi 1981 yılında Isparta’nın Sütçüler ilçesinin Çandır köyünde başlıyor ancak orada devam etmiyor. Çünkü doğduktan kısa bir süre sonra Antalya’nın da sulama suyunu karşılamak için köylerine baraj yapıyor, onları da iskan olarak Gökçeada’ya gönderiyor. Kırsalın ortasından, denizin ortasına… Haliyle ilk başlarda alışmak çok zor geliyor ama elden de bir şey gelmiyor. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Gökçeada’da okuyan Türk, 2004 yılına kadar sınavlar haricinde Gökçeada’nın dışına hiç çıkmıyor, ana karaya ayak basmıyor.
Türk, Gökçeada günlerini şöyle anlatıyor:
“Devlet bizim köyümüzüdeki yerlerimizi aldı, Gökçeada’da iki katlı ama alt katı daha basık, hayvan beslemek için ahır olarak planlanan bir evi bize verdi. Ailem hiç bilmediği bir ortama, hiç bilmediği denizin ortasında bir kara parçasına, orada tarım yapmak üzere gitti. Gökçeada’da iş imkanı yoktu. Çok zorluklarla, çok yoklukla, çok garibanlıkla bir çocukluk geçirdim. Bu nedenle ilkokul 3’ten itibaren her boşlukta çalışmak zorunda kaldım. Getir götür işlerinden restoranlara, zeytin toplamaktan tuğla taşımaya kadar çok fazla iş yaptım.
Gökçeada’daki evimiz iki katlı olduğundan dolayı alttaki ahırı bozduk ve ev yaptık. O dönem alay komutanlığı kurulmuştu ve askeri personel Gökçeada’ya çok gelmeye başlamıştı. Sırf gelir olsun diye, ahırdan bozma evde biz oturduk, üst katını da kiraya verip yaşadık oradaki yıllarımızı.”
ÖNCE İSTANBUL SONRA ANTALYA
Askerden döndükten sonra Gökçeada’da bir arkadaşı ile balık ekmek işi yapan Türk, işleri iyi olmasına karşın aklındaki İstanbul sevdası nedeniyle bir gün alıyor valizini ve evden çıkıp megakentin yolunu tutuyor.
İlk olarak müşteri temsilcisi olarak bir şirkete giren Türk, daha sonra uluslararası fuarlarda reklam kitapçığı hazırlayıp dağıtan bir şirkette çalışıyor. Ama tabi aldığı maaş düşük, İstanbul’da yaşamak zor. Daha sonra bir tarım firmasında çalışmaya başlayan Türk, “Sonra İstanbul’u sevmediğimi, İstanbul’da hayatı kaçırdığımı, bana hiç zamanın kalmadığını fark ettim ve ayrılmaya karar verdim. Bunu patronlarıma izah ettim. Onlar da beni şirketin Antalya’daki üretim bölümüne yönlendirdiler. 2006’nın Şubat 12’sinde valizimi aldım Antalya’ya geldim. 2007’nin sonuna kadar bu firmada çalıştım. Tarımda üretimin geleceğinin olduğunu ve bu işi yapmam gerektiğini düşündüm. 2007’nin sonunda da kredi kartından 3 bin lira taksitli nakit avans çekerek bu şirketi kurdum. Hiç ama hiç param yoktu” diyerek anlatıyor işlerin nasıl başladığını…
3 BİN LİRA NAKİT AVANSLA KURULDU
Türk’ün 3 bin lira taksitli nakit avansla 2008 yılında kurduğu Emtar Tarım bugün 250 çalışanla 1200 dönümde üretim yapan ve yılda 50 bin ton ürün yetiştiren devasa bir firmaya dönmüğş durumda. Ama bu işin şu anda geldiği yer. Arada yaşadıkları ise çok zorlu günler. Hiç bir şey kendisine gümüş tepside sunulmamış. O dönemleri şöyle anlatıyor:
“Ben bu işe başladığımda etrafımdan çok fazla ‘yapma, etme, elinde hiç para yok, kredi kartından nakit avans çekerek yapılacak işler değil bunlar, böyle bir şeye sakın girme’ gibi hem baskı hem de yıldırma cümleleri geldi. Ama ben hep çalışırsam olacağına inandım. Zaten kaybedecek de hiçbir şeyim yoktu.
Şirketi ilk kurduğumda hemen demirciden gidip senetle demir rica ettim, plastikçiden gidip senetle plastik rica ettim. İlk 6 dönümde küçük plastik tüneller yaptım. O tünellerin içerisine renkli marullar koyup üretmeye başladım. İlk başladığımızda sadece 5-10 çeşidimiz vardı. Kendim hasat ediyordum, koyuyordum arabaya götürüyordum. Tane tane otellere, otel restoran tedarikçilerine dağıtarak başladım.
ÇOK AÇ KALDIM, ÇOK AĞLADIM
2008’in kış ayına girerken serayı biraz daha arttırdım. Yan tarafta başka birinin serasını kiraladım, sonra çeşitleri biraz daha fazlalaştırdım. Bu şekilde hem miktarı hem de ürün gamını arttırarak devam ettim. Tabi bunları bu şekilde anlatıyorum ama inanılmaz sıkıntılar yaşadım, cebimde hiç param yok. Sen tohumu nasıl alıyorsun, tohumu rica minnet alıyorum, sonra ödeyeceğim diyorum, çalıştırdığım elemanlara bir ay, iki ay, üç ay para veremiyorum, sonra satıyorum, önden sattığım insanlardan rica ediyorum, sonra götürüyorum o aldığım paraları, çekleri götürüyorum yok pahasına kırdırıyorum. Gidiyorum bu sefer personellere ödüyorum. Hep böyle zorlukla mücadele ederek. Traktörüm yoktu, yan komşudan traktör rica ediyordum.
Bu süreçte çok aç kaldım ben. 2009 yılında oturduğum ev Serik’te, Salı pazarında ekmek fırının yanında. Cebimde hiç param yok, evimde elektrik kesik, dolabım artık küf tutmuş, Antalya’nın yaz sıcağı, klimalarım elektrik olmadığından çalışmıyor. Ev sahibine kirayı ödeyemediğim için eve gizli gizli girmek zorunda kalıyorum. 2009 yılında 6 gün aç uyuduğumu bilirim ben. Aç uyudum 6 gün, kuru ekmek yemedim. Yetiştirdiğim marulları yedim, etraftaki bugünün insanlarının şevketibostan dediği otların köklerin yapraklarını yedim. Açlıktan ağladığım günler var hayatımda. Bu şekilde ilerledim, bu şekilde zaman geçirdim, bu şekilde bu sonuca ulaştım.
7 SÜLALEMİ TOPLASAN BORÇLARIMI ÖDEYEMEZDİ
Başarmak zorundaydım, yani kendimi motive ettiğim tek cümle ‘başarmak zorundasın Mesut’. Başka şansın yok, başarmak zorundasın. Çalışacaksın, yılmayacaksın, geri adım atmayacaksın, ne pahasına olursa olsun başarmak zorundasın dedim ben. Şu çok klasik olacak ama gerçekten başarının içinde şans diye bir şey yok. Başarının tek bir sonucu sebebi var çok çalışmak, yılmamak, geri adım atmamak.”
2009’dan sonra 2014 yılına kadar bu ‘sefalet süreci’ devam eden Mesut Türk, o dönemki borcunun 7 sülalesini toplasalar ödenemeyecek düzeye çıktığını söylüyor. O dönem her gün ‘Allah’ım beni kimseye borçlu bırakma’ diye dua ettiğini söyleyen Türk, şöyle devam ediyor:
“Sürekli borçlanarak gidiyorum, ortada bir kazanç yok. Evet bir şeyleri de artırıyorum, 6 dönümden 10 dönüme, 10 dönümden 15 dönüme çıktık, ürün gamını 10 taneden 15 taneye, maruldan taze baharatlara kadar artırdık ama borcum daha da artıyor. Hep bir şeyleri borçlanarak, daha sonra ödeme taahhüdünde bulunarak yaptım. Teknik olarak borcum hep büyüdü. O saatten sonra benim başarmama şansım yoktu.
Ama 2014’ten sonra benim bu üretmiş olduğum ürünlerin karşılığının olduğunu görmeye başladım. Kazandıklarımla artık borçlarımı ufak ufak ödemeye başladığını gördüm, bu beni daha çok şevklendirdi, daha fazla risk aldım. Bu sefer gittim, bankadan sera kredisi çektim. Üretimimi artırdım ve uzun vadeli krediyle borçlanmaya başladım. Sonra her yıl daha başka bir krediyle başka bir sera aldım. Derken büyümeyi bu şekilde devam ettirdim.
1200 DÖNÜMDE NADİR ÜRÜNLERİ YETİŞTİRİYOR
2008’in Ocak’ın 1’inde 6 dönümde ricayla demir, plastik alıp üretime başladığım Emtar Tarım, bugün Greenada markamız ile 1200 dönüm üretim alanına sahip. 250 çalışanımız var, 50 bin ton yıllık üretim kapasitemiz var, bunun 10 bin tonunu yurt dışına ihraç ediyoruz.”
Greenada’nın dünya mutfağında kullanılan ama Türkiye’de yetiştirilmeyen, ya da çok az yetiştirilen ürünleri yetiştirdiğini kaydeden Türk, “Aynı zamanda Greenada sağlıklı tarım ürünlerinde sağlıklı ürünler yetiştirir. Mümkün olduğunca porsiyon olarak ufak, vitamin bakımından yüksek değerli ürünler yetiştiriyoruz. 1200 dönüm üretim alanımızın yaklaşık 800 dönümü kapalı, 400 dönümü açık alandan oluşuyor. Toplamda 200 çeşit ürün gamımız var. Bunları grup grup söyleyecek olursak, taze baharatlar, mini sebzeler, mikrofilizler, salatalar, renkli marullar gibi daha bir çok ürün gamımız var. Burada son yıllarda en çok dikkati çeken yenilebilir çiçekler. Biz 250 metrekareyle yenilebilir çiçek üretimimize başladık, şu an 30 dönüm dikiyoruz ve bu sene yetmediğini gördük. Önümüzdeki yıl en az yüzde 30 daha fazla arttırmayı düşünüyoruz. Yenilebilir çiçekler, aslında şeflerimizin restoran ve otellerdeki tabaklarını süsleme merakıyla başladı ama biz bunu farklı bir boyuta taşıdık. Yenilebilir çiçeklerin besin ve mineral değeri, normal bitkisinden çok daha fazla. Salatanıza koyulacak bir iki tane çiçeğin o bir kase salatadan daha fazla vitamin, mineral getirdiğini her ortamda paylaştık. Yenilebilir çiçekler vitamin ve mineral bakımdan yüksek olduğu gibi, yetiştirdiğimiz mikrofilizlerimiz de var, yani tohumların filizlenmiş hali. Hemen hemen her türlü tohumun filizlenmiş hali. Mesela 50 gramlık kaselerde yapıyoruz. 50 gram çimlenmiş, filiz haline gelmiş turp filizinin vitamin hali, 5 kilo turp yemenizden daha fazla. ” diyor.
GELECEK SUDA TARIMDA
Emtar Tarım’ın gelmiş olduğu nokta itibariyle Avrupa’dan hiçbir farkı olmadığının altını çizen Türk, şöyle devam ediyor:
“Avrupa raflarında ne varsa, bizim raflarımızda da var. Avrupa’da sistem nasılsa gidip görüyoruz, burada da bu sistemi Türkiye şartlarında uyguluyoruz. Bunlardan bir tanesi de Hidroponic. Hollanda’da çok yaygın bir sistem. Çünkü toprakları yok ve o nedenle suda üretim yapıyorlar. Biz bu sistemi Avrupa’da gördük ve beş kat kat verimliliğe ulaştığını fark ettik. Topraklı üretimde 7 bin 500 adet marul ekerken, biz hidroponic’de 20 bin adet ekiyoruz. Ama en önemlisi topraklı serada fideyi diktiğimiz an itibarıyla hasat edene kadar 600 ton su harcarken, biz 21 bin tane marula sadece 4 ton su harcıyoruz. İklim değişikliklerini, iklim krizini, susuzluğu ve kuraklığı göz önünde bulundurursak, Hollanda’nın toprak sıkıntısıyla başlayan bu üretim şeklinin memleketimizde de hızla her yere yayılacağını düşünüyorum. Bu konuda biz bilgimizi herkesle paylaşıyoruz, yol gösteriyoruz.”