1974 yılında Saraybosna’da doğan ve futbol hayatının en önemli yıllarını Türkiye’de geçiren Elvir Baliç, kendini sıfırdan var eden futbolculardan. Türkiye’deki futbolseverlerin gönlünde taht kuran Bosnalı oyuncu, hayat hikayesini, savaş günlerini, Türkiye ve İspanya’daki maceralarını ve geleceğe yönelik düşüncelerini Sportbox’a anlattı.
8 Temmuz 1974’te Saraybosna’da doğan ve Türkiye’ye gelene kadar orada yaşayan Elvir Baliç, çocukluğunu çok güzel hatırlıyor. 10 yaşıma kadar oyunlar ve mahalle arası futbol turnuvaları ile geçen hayatı onu futbolculuk günlerine hazırlayan en önemli olaylar aslında. 10 yaşına geldiğinde doğal futbol yeteneği onu bölgedeki takımların kapısına götürüyor. Bölgenin en büyük takımı Sarajevo olmasına karşın o eve daha yakın olan Zeljeznicar takımını tercih ediyor ve futbol kariyeri resmi olarak başlıyor.
Üç kardeşi olan Elvir Baliç’in babası bir fabrikada işçi olarak çalışmaktadır. O günleri ‘çok fakir de değildik, çok zengin de’ diye hatırlıyor. Zorluklar yaşamasına karşın futbola sıkı sıkıya tutunuyor ve 1992 yılına kadar futbol oynamaya devam ediyor. Ancak o uğursuz yıllarda maalesef savaş başlıyor ve herkesin hayatı alt üst oluyor. Baliç, şöyle anlatıyor:
BOMBALAR ALTINDA ANTRENMAN
“Bosna’dayken savaş olacağını hiç kimse düşünmüyordu. Hırvatistan’da savaş vardı, Slovenya’da vardı ama bize gelmez diyorduk. İlk bombalar atıldığı zaman artık baktık ki iş ciddiye bindi. İnanamıyorsunuz. Hayatta en kötü şey ne olabilir, gerçekten savaş… Bakıyorsunuz herkes bir yerlere koşturuyor ama sonuçta hayat devam ediyor. Hatta o durumda bile ben antrenmanlara devam ettim. Antrenmana giderken hep babam yanımda giderdim, yürüyerek 1 saat yürümek zorunda kaldım. Keskin nişancıların arasından geçiyordum, gerçekten çok zordu. Hiç inanamıyorduk. Her gün kötü haberler alıyorsunuz, arkadaşlarınız olsun, askere katılanlar olsun, akrabalardan olsun… O kadar zor ki, Allah kimseye vermesin. Tabi ki etkilendik ama dediğim gibi o savaşın içinde bile spora bir şekilde devam ettik.”
Savaş yıllarından bugüne çok şeyler değişti, köprünün altından çok sular aktı ama o günler unutulacak gibi değil. İdeali futbolcu olmak olan bir genç bir anda kendisini savaşın ortasında buluyor ve artık ilk hedefi hayatta kalabilmek. Antrenman ve maçlar devam etse de hepsi çok zor şartlar altında gerçekleşiyor. Baliç şöyle devam ediyor:
‘ARTIK SONA GELDİK’
“Devamlı ölüm korkusu var. Bir seferinde maça gittik mesela otobüsle. Dağların arasından geçiyoruz. Çok kesin bir viraj var ve otobüsün orada dönmesi mümkün değil, manevra yapması lazım. Tam o anda bize ateş etmeye başladılar. İçinde 30 oyuncu var. Ateş etmeye başladıklarında otobüs şoförü korkudan el frenini çekip ön kapıyı açıp çıktı, arka kapı ise kapalı. Biz 30 kişi yere yatıyoruz, çıkamıyoruz. O anda dedim ki ‘artık son’. Çünkü bekliyorsunuz kurşun ne zaman değecek diye. İnanılmaz bir korkuydu. Sonra bir arkadaşımız arka kapıyı açmayı başardı, sürünerek çıktık. Aşağı koşmaya başladık ama ateş devam ediyor. Sonra gelip otobüsü yaktılar. O günü hiçbir zaman unutmayacağım, ölümden döndüm.
Antrenmanlara giderken,yanımıza bomba düşer, korku içindeyiz. En kötüsü yemek, su sıkıntısı olduğu için sular kesiliyor. Gidiyorsunuz böyle bir sırada bekliyorsunuz, alıyorsunuz bidonlara ama o sırada beklemek çok zor. Çünkü her an orada bir şeyler olabilir. Akrabalarımızdan arkadaşlarımızdan çok kayıplarımız oldu.
Bir şehre gidiyorsunuz, o sırada keskin nişancı size ateş ediyor. Sürünmek zorundasınız. Düşündüğünüz zaman inanılmaz bir şey. Acaba bu adam niye beni öldürmek ister? Biz siviliz, bu nasıl bir nefret, bu nasıl bir şey. “
TÜNELDEN KAÇARAK YURTDIŞINDA TURNUVALARA
Savaş yıllarında futbol oynamaya devam eden Baliç, o yıllar Zeljeznicar’dan Sarajevo’ya transfer olur. Sarajevo ile birlikte yurtdışında maç yapıp yardım toplamak gibi bir amaçları vardır. ama bunun için önce izin almak, arkasından da çıkmanın bir yolunu bulmak gerekiyor. Sarajevo bölgesinin etrafı dağlarla çevrili, kimse Sırp askerlerden hiçbir yere çıkamıyor. Baliç, nasıl çıktıklarını şöyle anlatıyor:
“Önce rahmetli başkan Aliya İzzetbegoviç’ten yurtdışında maç yapmak için izin aldık. Çıkmak için de tek şansımız bir tüneldi. Bizim askerler pistin altına tünel yapmıştı ve o tünel Bosnalılara hayat verdi. Biz de izin alarak tünelin altından böyle yavaş yavaş çıkmaya çalıştık. Hepimiz et taşıyan kamyonların içine doluştuk. 3 saat içerisinde de oradan çıkmamız gerekiyor, inanılmaz zor, çıkışta bizi otobüs bekliyor falan. Hırvatistan’a kadar normalde yolculuk 4 saattir biz 24 saatte gittik. Öyle başladı bizim turnuvamız yurt dışında. Sonra 1 sene kaldık dışarıda. Çeşitli ülkeleri gezdik. Hırvatistan’dan başladık Türkiye’den, Arabistan, Endonezya, Malezya…
Bir sürü maç oynadık, yardım amacıyla topladığımız paraları askerlere gönderdik. Biz Bosna’dan 48 kişi çıktık, 1 sene sonra 13 kişi döndük. Herkes bir yerlere gitti, başka transferler oldu. Ama ben dönmek istemiştim, ailemi çok özlemiştim. Yurtdışında 1 sene kaldığımızda 9 ay ailemle hiç konuşamadım, telefonlar kesik, kimin yaşadığını kimin öldüğünü bilemiyorsunuz.”
HAYATININ DÖNÜM NOKTASI BURSASPOR
Baliç döndükten sonra 7 ay Bosna’da kalır ve antrenmanlara devam eder. Daha sonra izin alarak ikinci yurtdışı macerasına başlar. Bu ikinci çıkış onun hayatını değiştirecek en önemli adım olur. Türkiye’de Bursaspor’la oynarken Nejat Biyediç Baliç’i çok beğenir ve kalmasını ister. Baliç hemen bir şey demez, bir ay boyunca kendi takımı ile turnesine devam eder ancak daha sonra Bursaspor’un yolunu tutar.
Savaştan çıkıp Buresa’ya gelen Baliç için tek bir hedef vardır, başarılı olmak. Zaten başka bir seçeneği de yoktur, çünkü omuzunda büyük bir yük vardır:
“Sıfırdan çıkıp bir başka ülkeye geliyorsunuz, dil bilmiyorum, tek başımayım. Hem futbol oynaman lazım hem de kendi ülkende savaş var, bu psikoloji çok zor. Daha 20 yaşındayım ve ben aileme çok bağlı bir insandım. Hiç kolay değil, en kötüsü de ailenle iletişim kuramaman. Telefonla konuşamıyorsun, görüşemiyorsunuz, ailenin durumunu bilmiyorsunuz… Ara ara hep ağlıyordum, acaba ne oldu, nasıl olacak? Burada başarılı olacak mıyım, ailemden birini kaybedecek miyim?”
4 BİN MARK MAAŞLI FUTBOLCU
Baliç’in Bursa günleri çok ihtişamlı geçer. Ama en başta büyük zorluklarla başlar. Sezon ortası geldiği ve 3 yabancı kuralı olduğu için takımda yer bulması çok zordur. O günleri şöyle anlatıyor:
“Bursa’nın hem beni şehir olarak hem kulüp olarak benim için ayrı bir yeri var. Çünkü savaştan çıkıp orada bütün heyecanları yaşadım. Ben geldiğimde o zaman takımda Türkiye’de 3 yabancı oynayabiliyordu, sezon çoktan başlamıştı. Oynayamıyordum, önümüzdeki sezonu beklemek zorundaydım. Sonra 4 ay hep antrenmandan çıktım, kampta kaldım, çok çalıştım. Sonra İnter Toto Kupası geldi, ondan önceki sezon Bursaspor 5’inci ya da 6’ncı bitirdiği için İnter Toto Kupası’na katıldı. Antrenmanda, hazırlık maçlarında yüzde 100 Bursa’da kalacağım belli oldu. İnter Toto Kupası’na başladığımda artık bende Bursaspor’da oynamaya başladım. O benim kariyerimde en büyük çıkış o oldu.
Bursaspor’da 4 sene anlaşmıştım. 4 bin mark maaşım vardı, başka bir şey yok, artı prim. Ama ben çok mutluydum. O paranın yarısını aileme ayırıyordum. İlk sene İnter Toto Kupası’nda iyi oynamaya başladığım zaman sağ olsun Bursaspor yönetimi hep bana arttırma yaptı. 2’inci 3’üncü sene ise 100 bin marka anlaşmıştık. Hemen o ilk parada araba alayım, şunu alayım değil, ben paramı tutmaya çalıştım, aileme bakmak zorundaydım, çünkü onlar Bosna’da…
İnter Toto’dan sonra yavaş yavaş büyük takımların ilgisini çektim. İkinci sezon müthiş geçti Bursaspor’da. Orada iyice başladı gazeteler beni yazmaya. Üçüncü sezon bittikten sonra benim bir sezon daha mukavelem olduğu için artık Bursaspor’dan sıçrama yapmak zorundaydım. Ya Avrupa’ya giderdim, ya da İstanbul’da büyük takıma. Üçüncü sezondan sonra ciddi bir şekilde teklifler gelmeye başladı. İlk teklif Fenerbahçe’den Aziz başkandan geldi. İlk seçildiği, hatta 1 oyla kazandığı seçimlerde. İlk ismi beni açıklamıştı. Beni aramıştı, direk konuştuk ve söz verdim. O zaman Galatasaray ve İstanbulspor’dan da teklif vardı. Ben Bursaspor’a 9 milyon bonservis kazandırarak Fenerbahçe’ye transfer oldum. Bu o kadar büyük bir paraydı ki her yer yazmıştı. Hatta şöyle yazılıyordu; ‘o para verilir mi, o para ile bu kadar üniversite yapılır, bu kadar yol yapılır…’
BURSA’DAN AĞLAYARAK AYRILDI
Baliç’in Bursaspor’dan ayrılması çok zor olur. Artık ailesi gibi olan Bursa’dan ağlayarak ayrılır ve 98 yılında Fenerbahçe’ye gelir. Ama o dönem için rekor olan bonservis bedeli üzerinde büyük baskı yaratır ve bu baskıdan uzaklaşmak için Bosna’ya gider. Şöyle devam ediyor:
“Bosna’da iken yeni hoca geldi, Löw. Tanımıyor tabi beni hoca. Sen Hırvatistanlı mısın dedi, yok dedim ben Bosna Hersekliyim. Hoca da merak ediyor tabi, 9 milyon dolar bonservis ödenmiş kimdir bu diye. Ondan sonra antrenmanlarda, hazırlık maçlarında baya beğendi beni, saygı duydu. Hazırlık maçlarında gösterdiğim performans bana inanılmaz motivasyon verdi. Sonra kupa maçları da başladı, Göteborg, Parma maçı filan. Orada da çok iyi çıkış yakaladım. Zaten o maçlardan sonra yazıları hatırlıyorum ‘helal olsun aldığı para’ demeye başladılar. Baktım ki herkes mutlu, sonrası geldi. Daha da çok motive oldum. Ben çok büyük bir sıkıntı yaşamadım, özgüvenim iyiydi ve herhangi bir korkum yoktu. “
REAL MADRİD GÜNLERİ… AH O SAKATLIK
Fenerbahçe’de çok iyi sezonlar geçiren Baliç artık dünya kulüplerinin de ilgisini çekmeye başlamıştır. Kapıyı ilk Real Madrid çalar ve o dönem için yine çok büyük bir para olan 20 milyon dolar bonservisle Baliç’i transfer eder. Bu para Real Madrid’in o ana kadar bir oyuncu için ödediği en yüksek paradır. Ancak Madrid tecrübesi yaşadığı sakatlıklar nedeniyle beklediği gibi gitmez. Belki de Baliç’in içinde kalan en büyük uhdedir bu. O dönemi şöyle anlatıyor:
“Madrid’e ilk geldiğim gün havaalanında gazeteci doluydu. Çünkü beni tanımıyorlardı, Fenerbahçe’den geliyor, bu kadar maliyet… Kampta ben ilk karşılayan oyuncu ise Fernando Hierro oldu. Ben yıllarca bu adamı izlemişim, resimlerini toplamışım, biriktirmişim. Elini uzattı, ‘ben Fernando’ dedi, ‘biliyorum’ dedim. ‘Herhangi bir ihtiyacın olursa bana söyle’ dedi, nasıl bir mütevazilik… En büyük yıldızların mütevazı olması beni çok şaşırtır. Zidane da öyle, Figo da öyle, Carlos da öyle… Hepsi normal insanlar ama ben hep sanki uzaydan gelmişler gibi zannediyorum. O davranışlar beni çok şaşırttı. Dünyanın en büyük yıldızları, o yüzden bazen hala rüya gibi gelir bana.
Ama işte ah o sakatlık… Öyle bir noktadasınız ki, hani asla bana böyle bir şey olmaz diye düşünüyorsunuz, büyük bir istekle oraya gidiyorsunuz. Dünyanın en büyük takımında oynuyorsunuz, ülkeyi temsil ediyorsunuz. Hem Bosna, hem de Türkiye’den büyük bir beklenti vardı. O sakatlıklar benim en zor günlerimdi. Özel hayatımda da sıkıntılar yaşadım. Hiçbir zaman unutamayacağım o sakatlığı. Barcelona maçı vardı, ben de ilk 11’deydim ama son 5 dakika antrenmanda sakatlandım ve Nou Camp’a gidemedim. Kendimi motive etmeye çalıştım ama tek başıma kaldım, zordu. 25 yaşımdaydım, gençtim, ailem ara sıra geliyordu. 6 ayda moralman çökmüştüm. Orada biraz daha destek olsaydı, ben biraz daha duygusal olmasaydım, güçlü olsaydım çok daha iyi çıkardım. Ondan sonra da zaten benim yavaş yavaş düşüşüm başladı.”
GALATASARAY İSTEDİĞİ GİBİ GİTMEDİ
Real Madrid’de başı bir türlü sakatlık belasından kurtulmayan Baliç için Türkiye yolu tekrar gözükür. Bu sefer Fenerbahçe’nin ezeli rakibi Galatasaray’ın yolunu tutar. Ancak orada da işler beklediği gibi gitmez. Yaşadığı sakatlıklar peşini bir türlü bırakmaz. Şöyle anlatıyor:
“Galatasaray’da geldiğimde Fatih Terim hoca vardı. Bir şeklide hocanın bana karşı ‘fiziksel olarak hazır değilsin’ tutumu vardı. İlk 7-8 maçta hiç oynatmadı. Ben de çok şaşırmıştım. Sonuçta Madrid’den geliyoruz. Ben oturmak isteseydim, hatta kendisine de söylemiştim, 3 sene orada mukavelem var otururdum. Hiç oynamasam da paramı alırım ama sırf oynamak için Galatasaray’a geldim ve inanılmaz bir indirim yaptım. Sonra oynatmaya başladı ama yine sakatlık oldu. Sakatlık olunca uzak kaldım, sonra hoca gitti Hagi geldi. 2.5 sene Galatasaray’da kaldım ama neredeyse 1 senem boşa gitti. Hem sakatlıklar hem de hocayla anlaşamamazlık… Maalesef istediğim gibi olmadı. “
SABIR VE ÇOK ÇALIŞMA
Kariyeri başarılarla dolu olan Baliç’in gençlere bazı tavsiyeleri var, bunlardan en önemlisi de sabır ve çalışmak. Şöyle anlatıyor:
“Başarılı olmak için bir kere sabırlı olmak lazım. Her şey bir günde olmuyor. Aile çok önemli. Anneler ve babalar bazen çocuklara objektif bakamıyor, kendi çocukları olduğu, sevdikleri için. Her çocuk en iyi diye bir şey yok, 5 bin tane oyuncu varsa belki 1 tane çıkar. Ama ailenin desteği çok önemli, seçtikleri arkadaş çok önemli. Tabi ki çok çalışmak ve çok sabırlı olmak. Ben de 1984 senesinde başlarken 8 sene hiçbir şey yoktu. Ne para kazanabiliyorsunuz, ne bir şey ama sürekli antrenmana gitmek zorundasınız. Benim dönemimde babam inanılmaz bir destek verdi. Ben bir sene sonra bırakıyordum futbolu, biraz soğumuştum, antrenmana gitmedim. Babam geldi antrenmana niye gitmedin dedi. İşte canım istemedi, bana öyle bir kızdı ki, gerekirse okula gitmeyeceksin antrenmana gideceksin. O benden bile o zaman çok güveniyordu bana.”
Baliç Türkiye’de neredeyse tüm futbolseverlerin saygı duyduğu bir isim. Savaşın içerisinde kendini var etmiş, önemli başarılar kazanmış bir isim olan Baliç de tüm futbolseverlerin kendisine karşı son derece olumlu yaklaştığından bahsediyor: “Şöyle bir şey var, futbol gelir geçer ama insanlık çok önemli. Beni Beşiktaşlısı da, Galatasaraylısı da, Trabzonlusu da sever. Bu benim için çok önemli, insanların beni sevmesi. Ben de artık Türk gibi oldum. Bosna’da 20 sene kaldım, Türkiye’de 27 sene.” diyor.
Futbolu bıraktıktan sonra çeşitli takımlarda hocalık yapan ve Bosna Hersek milli takımında da çalışan Baliç, Şu anda hayatına yorumcu olarak devam ediyor. Ancak hayalleri farklı:
“7-8 sene yardımcı olarak çalıştım. Alanya’da, Akhisar’da, Bosna Hersek milli takında. Az çok bir tecrübemiz var. Bursaspor’da ya da Fenerbahçe’de teknik direktörlük hayalim var, yurt dışında da olabilir. İnşallah bir takım çıkarsa teknik direktörlüğe devam etmek isterim. “