400 yıldır çobanlık yapan aile / Koçulu Peynircilik’in hikayesi

400 yıldır çobanlık yapan, 150 yıldır da peynir üreten bir ailenin 4. kuşak ustası: İlhan Koçulu… Eğitim hayatının ardından baba mesleğine devam etmeyen ve İstanbul’da iş kuran Koçulu, abisi ile birlikte 23 kişinin yaşamını kaybettiği Boğatepe Köyü’ndeki trafik kazasının ardından hayatını değiştiriyor. Sürekli göç veren köyüne dönerek peynir üretimine başlayan ve köyün kaderini değiştiren Koçulu 500 tonluk üretimle Türkiye ekonomisine önemli bir katkı sağlıyor. Türkiye dışında birçok ülkeye de peynir gönderen Koçulu, “İyi, temiz ve adil gıda üretip sunduğumuzun gururunu yaşıyoruz. Ne yaparsanız yapın, ne satarsanız satın, ne üretirseniz üretin karşınızdakinin yaranını düşünerek yapın” diyor. Koçulu tüm hikayeyi Storybox’a anlattı.

Kars’ın Boğatepe köyünde 1958 yılında doğan İlhan Koçulu üniversiteye kadar tüm eğitim hayatını Kars’ta tamamlar. İzmir’de sosyal bilimler okuyan Koçulu, iş hayatına da büyük şehirlerde başlar. Ailesi dört kuşaktır peynirci olmasına karşın kendisi ilk başlarda bu yolu tercih etmeyen Koçulu, o dönemi şöyle anlatıyor:

“Tüm gençlerin yaptığı gibi, okul bitti hayata atıldık. Hayata atılınca babamızın yaptığı işi beğenmedik, daha iyilerini yapacağız umuduyla büyük şehirlerde bir şeyler yapmaya çalıştım. Bir dönem tekstil, bir dönem pazarlama, bir dönem uluslararası ticaret yaptım ama sonunda çocukluğumdaki aşkıma dönmek zorundaydım. İçimdeki ateş sönmüyordu.

Kaderimi değiştiren olay 2000’li yıllarda Boğatepe köyünde abimi de kaybettiğim bir servis aracı kazası oldu. Bu kazada 23 kişi hayatını kaybetti. O süreçte taziyeleri kabul etmek üzere köye döndüm ve ardından da köyde kalmaya karar verdim. İstanbul’da tekstil ve pazarlama üzerine sürdürdüğüm şirketi kapattım.”

PEYNİRİ MARKALAŞTIRMAK İÇİN DÖNDÜ

Koçulu köye döndüğünde bir dönem Türkiye’de marka olan Kars peynirciliğinin yerlerde süründüğünü ve kalitenin devamı düştüğünü görür. Bölgedeki insanların peynirciliğe meslek gibi bakmadıklarını, onun yerine biraz para kazanılıp Batı’ya göçte bir köprü gözüyle baktıklarını anlatan Koçulu, “Bunların hepsini çok iyi bildiğim için geri döndüğümde peyniri markalaştıracağımı, markalaşma sürecini de bölgedeki yerel potansiyeller ve yerel doğal değerler üzerinde yapacağıma karar verdim. 2000 yılından sonra bölgede kırsal kalkınma ya da bölgesel kalkınma, kırsaldaki yaşama destek olma projeleriyle birlikte başladım.” diyor.

Kars’ın çok ciddi göç veren bir şehir olduğunu ve ekonomik olarak sürekli kan kaybettiğini belirten Koçulu, “Göçün nedenleri ilk başta çok biliyordum, bilerek bilinçli yaptım desem yalan söylemiş olurum. Ben de tüm ekonomistler gibi, bütün değerlendirmeciler gibi göçün temel nedeninin ekonomik olduğunu düşünmüştüm. Ama işin içerisine girdikten sonra bir proje oluşturmaya çalıştım. Bu projenin içinde kendi işimin inşası da vardı. Önce yerel değerlere baktım. Tohumlar, buğdaylar, arpalar, mercimek, nohut ve onlarca sebze ve yeşillik tohumları. Bunların sahiplenilmesi gerekiyordu. Göçü önleyebilmek için aidiyet duygusunun olması gerekirdi. Burada bunların yetiştiğini, bizim doğamızdaki floranın doğal bir eczane olduğunu kabul etmemiz ve anlamamız gerekiyordu. ” diyor.

AİDİYET DUYGUSU YARATTIK

Üniversitelerle botanik ve etno botanik çalışmaları yaptıklarını, doğadaki yaban hayatın ve ellerindeki süt ve etin kıymetini doğadan gelen temizlikle belirlediklerini kaydeden Koçulu, bu durumun aidiyet duygusunu da geliştirdiğini vurguluyor. Koçulu şöyle devam ediyor:

“Buradan ürünü pazara ulaştırmak konusunda da sıkıntılar vardı. Malum 2005 Avrupa Birliği sürecinin getirdiği zorunluluklar vardı. Bunları yerine getirmek için yatırım yapmamız gerekiyordu. Yatırım yapacağımız sermayemiz yoktu, tesislerimizi düzenleyemiyorduk, uyumlu hale getiremiyorduk. Bunların tümü dezavantaj olarak önümüzde dururken, biz ilk önce peynirimizi, bölgemizi ve elimizdeki kıymetleri nasıl ifade edebileceğimizi düşünmeye başladık. Bu süreçte üniversiteden de destek aldık. 2006-2007’ye kadar bu şekilde çatı örgütleri de oluşturmaya çalışarak devam ettik. Derneklerin kitapların, örgütlenmenin, sendikanın, birliklerin suç olduğu bir dönemden geçmiş kuşakla uğraşıyorduk. Bunların zorluklarını güçlüklerini içinde yaşayan bilir.

Ama bu algıları tek tek kırmaya başardık. Yerel buğday tohumlarını yaygınlaştırmaya başladık, nohut, yeşil mercimek gibi ürünlerin ekimlerini artırdık. 2300 metre rakımdaki Boğatepe’den Kuyucuk köyüne kadar toplam 10-12 köyde örtü altı sebze yetiştiriciliği yapmaya başladık ki, bu örtü altı sebze yetiştiriciliği bölgede protein ağırlıklı, et ağırlıklı beslenmeden oluşan, insan vücudundaki olumsuzluklara karşı da bir vücutta değişim oluşturdu. Ayrıca doğadan yenilebilir otları toplamaya başladık. Düne kadar bize doğadan bitki toplayıp yemeyi ayıplamışlardı. O ayıplı düşünceden kurtulduk, sağlığımız gibi baktık.”

PEYNİRİ HER MECRADA ANLATTI

Kars’a dönüşünde temel motivasyonlarından birinin Kars peynirini markalaştırmak olduğunu belirten Koçulu, ilk iş tesisleri değiştirmekle başladığını ifade ediyor. Hükümetten de destekler aldıklarını vurgulayan Koçulu, “Pazardaki algının da değişmesi ve besin değerlerinin çok iyi anlatılması gerekiyordu. Sürekli her mecrada, her yerde savunuculuk yapmaya başladım. Bu savunuculukla birlikte sağ olsun Kars’taki imalatçı esnaf da gerçek Kars kaşarı yapmaya başladı.

Kars’ta 1776 çeşit bitki var ve hayvanlar bunlardan besleniyor. Bizim farkımız bu dedik. Farkımız bu dediğimiz yerde Kafkas Üniversitesi’yle birlikte, Çevre ve Yaşam Derneği olarak coğrafi işaretini aldık Kars kaşarının. Kars kaşarı, geçmişte eylül, ekim, kasım, aralık, ocağa kadar satılıyordu. Ocaktan sonra Batı’da taze kaşar bizi pazarda bastırırdı. Karslılar çok acele ederdi ki, bu 4 -5 ay içinde peynirini satsın bitirsin. Şimdi çok mutluyum, Allah’a şükür 12 aya yayılan bir talep oluştu. 12 ay Kars kaşarının bağımlıları oluştu. ” diyor.

Kars gravyerinde de yıllık üretimin işe başladıklarında 10 tona kadar düştüğünü anlatan Koçulu, 1980’de 16 olan mandıra sayısının 1 adede kadar indiğini belirtiyor. Koçulu, şöyle devam ediyor:

“8 ile 10 ton arası peynir yapılıyor, onu da satamıyor. Çünkü ustalık bitmişti, peynire olan ilgi azalmıştı. Biz burada 2002-2003’te yeniden başladık. 2004’ten sonra geçmişte ailenin bıraktığı notlar ve sağolsun Niyazi Usta ile kaliteyi yakaladık. Şu anda üretim 500 tonun üzerine çıktı.

Peynir bir kültürel taşıyıcıdır. Ne kadar kalite o kadar kolay kazanç. Ne kadar pazarlama o kadar emeğinin karşılığını alma. Bu konuda 22 yıldır çalışıyorum, ciddi mesafeler aldım, Kars peynirciliğinin tarihini araştırdım, 150 yıllık tarihini çıkardım. Onu bir kitaba dönüştürdük, Gürcistan’da, İstanbul’da, İsviçre’de Kars’ta sergilerini yaptık. Hemen arkasından her yıl bir tane peynir buluşması düzenledik, festival yaptık, bu peynir buluşması ve festivalle çeşitli paneller oluşturduk. “,

KÖYÜN KADERİ DE DEĞİŞTİ

Boğatepe köyünün peynircilikle canlanması köyün kaderini de değiştirmiş. İş saatinde köyde dolaşan kimsenin olmadığını ve herkesin çalıştığını söyleyen Koçulu, “Bu köyün kuruluşundan beri, çevre köylerin çocukları tarif ederken Almanya gibi köy diyorlar. Her zaman iş var, çalışmak isteyene iş var. Bu ortamlar da oluşturulunca, ben köye geri döndüğümde, biri 2 ay biri de 3 ay çalışan iki mandıranın sayısı 8’e çıktı. Bunlardan 6 tanesi yaz kış çalışıyor. Boğatepe ve Kars, küllerinden var olmak denen bir süreç yaşadı. Kars’ın her tarafından çok ciddi göç vardı. 1980 sonrası Kars’taki kent kültürü bitmişti, çünkü kentlilerin yüzde 90’ı göçmüştü.”

spot_img

SON YAZILAR

BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR