Namet’i keyif için sattım / Seyyar pastırmacıdan Türkiye’nin en büyüğüne

Namlı Gurme’nin 3’üncü kuşak temsilcisi Engin Mepa, babasının Mısır Çarşısı’ndaki 12 metrekare büyüklüğündeki dükkanında işe başlıyor. Çocuk yaşlarda salam, sucuk ve kavurmanın imalatı, satışı ve pazarlamasını öğreniyor. Para kazanmak tatlı gelince okulu bırakıyor işlerine yoğunlaşıyor. Yıllar sonra Almanya’da gittiği bir fuarda hayatı değişiyor. Pastırmanın, sucuğun, kavurmanın dilimlendiğini gören Mepa, ürünleri bu şekilde Türkiye’nin dört bir yanına pazarlıyor. “2005 yılına kadar çok iyi paralar kazandım. Dünyayı gezip dolaşıyordum. Keyif için fabrikayı sattım” diyen Engin Mepa, hayat hikayesini ChefStory izleyenleri için anlattı. Keyifli seyirler…

Namlı Gurme 3’üncü kuşak temsilcisi Engin Mepa, 1953 İstanbul doğumlu. Dedeleri Kırım göçmeni olan Mepa, kendilerini Kırım Tatarı olarak ifade ediyor. Ataları İstanbul Şehremini’ne yerleşen
Mepa’nın doğup büyüdüğü yer ise Yeşilyurt oluyor.

Namlı’da şarküteri işini ilk başlatan Engin Mepa’nın dedesi. Mısır Çarşısı’nın orada seyyarda pastırma satarak işe başlıyor. Daha sonra Eminönü’nde dükkanı açınca markası ne olsun diye düşünürken, pastırması iyi olduğu için Namlı adını koyuyorlar. Böylece seyyardan dükkana geçiyorlar ve 1929 yılında Namlı Pastırmacı olarak kuruluyor.

ORTAOKULDA MEZBAHANEDE

Mepa’nın babası da henüz 10 yaşındayken dedesinin yanında çalışmaya başlıyor. Eminönü’ndeki mağazada işler büyüyor, ardından Bağcılar’da bir de mezbaha açıyorlar, orada sucuk, pastırma ve kavurma üretmeye başlıyorlar. Engin Mepa da okumaya fazla niyeti olmayan çocuklardan. Hazır ailenin işi bu kadar iyi giderken ortaokuldayken mezbahaya girip çalışmaya başlıyor. Hayvan kesiminden pastırma sucuk yapımına, her türlü işi yapıyor ve inceliklerini öğreniyor. O dönemi şöyle anlatıyor:

“Çok çalışkan bir adamdı babam, ama sert bir insandı. İşine çok sadık, çok sevilen birisiydi. Sabahın çok erken bir saatinde kaldırıp bizi de mezbahaneye götürürdü. En zor tarafı da oydu işin. Orada tabi baya mücadele ettik. Bütün işleri öğrendik. 16 yaşımda bir çocuktum, ortaokulu bitirip gelmiş. Arkadaşlarım okula giderken ben mezbahanede hayvan kesimi yapıyordum, sökümü yapıyordum, yerleri temizliyordum, gübre atıyordum, pastırma, sucuk imalatında çalışıyordum. Aklına gelebilecek hepsini yaptım.

Babamızın yanında çalışırken güzel paralar kazanmaya başladık, güzel maaşlar alıyorduk. Arkadaşlarımız okula giderken aldığımız harçlıklarla biz de güzelce İstanbul gecelerinde gezip eğleniyorduk. Ama çok da çalışıyorduk. Gece geç saatte eve eğlenceden dönsek bile, sabahın 05.00’inde kalkıp yine mezbahaneye gidiyorduk.

O zaman Namlı Pastırmacı Türkiye’deki üçüncü firmaydı. Namlı Pastırmacı ve Salkım Sucukları diye geçiyordu o dönemde. Pastırma, sucuk ve kavurma üretiyorduk sadece. O zaman biz salamı bilmezdik. Salam ve sosis çok fazla satılan bir şey değildi. “

ASKERDEN GELİNCE İFLASI GÖRDÜ

İşler iyiye giderken bir anda beklenmedik bir karar ailenin işlerini çok zora sokuyor. Belediyenin sucuk satışına tavan getirmesi, Namlı’nın işlerinin allak bullak olmasına neden oluyor. O dönemde Anadolu’dan alınmış çok sayıda hayvandan elde edilen ürünleri zararına satmak zorunda kalıyorlar. Mepa, askerden geldikten sonra, önceki varsıllığın yerinde yeller estiğini görüyor.
Ancak piyasada tanınan bilinen insanlar oldukları için önce abisiyle birlikte çalışıp çabalıyorlar, sonra da çevre tüccarların ‘Emin Ağa’nın çocukları öderler borcunu’ deyip el vermesiyle tekrar toparlanıyorlar. O dönemi ve sonrasını şöyle anlatıyor:

“Askerden geldim, elde hiç bir şey kalmadığı için Beşiktaş’ta bir mağazaya girdim ve 4 sene tezgahtarlık yaptım. Ardından Eminönü’ndeki dükkana döndüm ve orada mücadelemize devam ettik.
Çalıştık, bir yandan çalıştıkça da Allah’a şükür para geldi, kazandık. O kazandıklarımızla eskiden kalan borçlarımızı ödedik ve temize çıktı. İşleri toparlayınca Caddebostan’da yeni dükkan açtık, Eminönü’ndeki mağazamızı büyüttük.

KADERİNİ DEĞİŞTİREN FUAR

1994 senesinde de hasbel kader Almanya’da bir fuara gittim. Orada böyle çok çeşitli ambalajlar ve çok çeşitli ürünler görünce ‘ben de bu için bir yerinden tutmalıyım’ dedim. Ana işimiz pastırmacılık olduğu için pastırmayı dilimledim, pakete koydum. Biraz onu denedim nasıl gidiyor nasıl dayanıyor falan. Daha sonra onu marketlere satmaya başladım. Baktım ki işler iyi gidiyor, daha sonra Migros’a ve diğer büyük mağazalara servis etmeye başladık. Ama Türkiye’de ilk defa pastırmayı ve diğer ürünleri dilimleyip, tezgahlara market raflarına ben sürdüm diyebilirim.”

RAHAT RAHAT GEZEBİLMEK İÇİN NAMET’İ SATTI

Almanya’daki fuar sektöre çok farklı bir gözle bakmasını sağlayınca aynı yıl 94 Namet’i kurar. Önce dilimli ürünler yapar, ardından üretime geçer. Sucuk, salam, sosis, jambon ve pastırma derken Türkiye’de Edirne’den Ardahan’a kadar bütün mağazalara ürün göndermeye başlar. Şöyle devam ediyor:

“Her sene daha da büyümeye başladık. Bu sefer yerimiz ufak gelmeye başladı. Bayrampaşa’da üretim yapıyordum. Ama işin devamı kısmet olmadı diyelim. 1994’te kurduğum Namet’i, 2005’te satma kararı aldım. Yalnız olduğum için, o zaman yeğenim, çocuklar işin başında değillerdi ve ben de daha rahat yaşamak ve daha keyifli gezmek için hiç bir sıkıntım olmamasına karşın tırnaklarımla kazıyıp kurduğum güzel firmam Namet’i sattım.

Ama ben hiçbir zaman, bugün de dahil, ne kadar para kazanacağım diye hiç hesap yapmadım, para kazanmak için çalışmadım. Her zaman yaptığım işi daha güzel, daha iyi yapmak için uğraştım. Ben işimi iyi yapıyordum, ondan sonra gelen paraya da Allah bereket versin diyorduk. Hiçbir zaman fazla para kazanayım gibi bir hırsım olmadı. Çalışıp, parayı kazanmak, iyi hizmet yapıp, daha sonra da keyifli yaşamaktı amacım.”

NAMLI GURME İLE PERAKENDEYE GERİ DÖNÜŞ

Engin Mepa Namet’i sattıktan sonra iki sene boyunca zamanını boş boş geçirir ama onun da tadı olmadığını anlar. Şöyle anlatıyor:

“Herkes heveslenir, bir teknem olsun Güney’e gideyim, teknede yaşayayım, onu yapayım, bunu yapayım, o da keyifli bir şey değil. Buradaki hareket, adrenalin, ticaretin verdiği heyecan başka bir şey. Dünyanın her tarafını gezdim ve 2007 yılında döndüm. Gezerken Londra’da, Almanya’da gördüğüm ve birkaç tane firmadan esinlendiğim bir şekil vardı. Onu burada hayata geçirdim. Şarküterinin içinde cafe, restoran hizmeti. İlk defa yaptık onu da. Şarküteride eskiden ızgara, et, sıcak yemek, kahvaltı, çay kahve olmazdı, onu gerçekleştirdik ve çok da güzel tuttu. Bugün Türkiye’nin her tarafında en çok rağbet gören iş kahvaltıcılık haline geldi neredeyse.

2007’de çok yer aradım İstanbul’da. En sonda Karaköy’deki yeri bulduk, tam köşe ve Namlı Gurme adıyla tekrar perakende sektörüne girdim. Ama o dönemler Karaköy’ün en zayıf zamanıydı, her taraf bomboştu. Ben burada başladım ve benden sonra da baya bir canlandı.

Bu konsepti kurduktan sonra baktık yavaş yavaş tabii… İlk başta 10 tane masamız sandalyemiz vardı. Nasıl gider, ne yapar, gidişatı takip ettik ve hoşumuza gitti. İnsanlar da çok talep göstermeye başlad, İstanbul dışından bile çok misafirlerimiz geldi. Daha sonra büyüye büyüye yetişemez hale geldik. Kapımızın önünde cumartesi, Pazar günleri 60-70 kişi kuyruktaydı. Bu çok güzel, keyifli bir şey ama hizmet edememenin verdiği rahatsızlık var. 10 masayla başladığımız yer bugün aşağı yukarı 180 oturumla devam ediyor. Ama 280-380 oturum da olsa yine yetişemez. Karaköy’deki şubemize günde 1200 kişi en az girip çıkıyor. İmkanlarımız bu kadar Karaköy bölgesinde.”

Esas merkezleri olan Eminönü’nde aile şirketi olarak devam ettiklerini belirten Mepa, Karaköy, Nişantaşı, Göktürk ve yurtdışında Bahreyn olmak üzere 4 şubelerinin olduğunu söylüyor. Çok yakında bu şubelere Kuveyt de eklenecek.

DÖRDÜNCÜ KUŞAK DA İŞİN BAŞINDA

Her zaman işini çok severek yaptığını ve gece gündüz işinin başında olduğunu kaydeden Mepa, şöyle devam ediyor:

“Güzel bir aileyiz. Bizim Eminönü’ndeki merkezimizde abimiz ve ablamızla birlikte 4’üncü kuşak çocuklarım ve yeğenim devam ediyor. Onlarla beraber güzel anlaşıyoruz, asırlık bir firmayı yönetmek çok keyifli oluyor.

Birinci kuşak şirketleri kurar, ikinci kuşak yükseltir, üçüncü kuşak daha iyi bir hale getirir, dördüncü kuşak batırır derler. Genelde dünyada ve Türkiye’de bu böyledir. Bizim ailede böyle bir şey olacağını tahmin etmiyorum. Çocuklarım ve yeğenim bu işleri çok güzelce devam edecekler. Onlar da çok seviyorlar işlerini.

ÇOCUKLAR SATALIM DERSE ‘BAKIN KEYFİNİZE’ DERİM

Gençlere tavsiyem çok çalışmaları, fazla maddiyatın peşinden koşmamaları. Maddiyatın peşinden koşmayıp da inanıp çalıştığın zaman muhakkak çok iyi bir şeyler olabiliyor. Gençlere istedikleri zaman bu işlere girmelerini tavsiye ederim. Çünkü çok büyük bir pazar var yeme içme sektöründe. Ölmeyecek, bitmeyecek, azalmayacak bir sektör bu. Keyifli ve bereketli bir sektör. 69 yaşına geldim, 50 yıldan fazladır bu işin içindeyim, daha hala çok büyük zevkle, çok büyük keyifle işimin başına gelirim. Denetlerim, kontrol ederim, arkadaşlarımızla sohbetimizi yaparız. Bir aile ortamadır burası. Misafirlerimize merhaba deriz ve devam ederiz.

Ama yarın öbür gün işin sonunda, çocuklar ve yeğenlerim de ‘ya biz bu şirketi satalım baba/dayı, biz de senin gibi keyifli gezelim dolaşalım, yiyelim, içelim’ derlerse yapın derim, gönlünüze göre yaşayın, canınız ne istiyorsa onu yapın.”

spot_img

SON YAZILAR

BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR