Param yoktu ama hayallerim vardı / Dünya devi Turaş’ın hikayesi

Bugün Storybox’ta sizlere evsel ve endüstriyel pişiriciler için gaz armatürleri üreten ve kendi alanında dünyanın en büyükleri arasında yer alan Turaş’ın ve dolayısıyla kurucusu Ahmet Turan’ın hikayesini anlatacağız. Tekirdağ’ın Saray ilçesinin Demirler köyünde 1943 yılında doğan Ahmet Turan, büyük bir fakirlik içerisinden hayalleri sayesinde kendisini kurtarabilmiş ender insanlardan.

Savaşlarla, yoklullarla ve kayıplarla boğuşmuş Bulgaristan göçmeni bir aile olan Turhan Ailesi, 1934 yılında Türkiye’ye gelenlerden. Bulgaristan’dan Türkiye göçtüklerinde devletin onlara gösterdiği yer Tekirdağ Saray oluyor. 60-70 dönüm bir arsa alıyorlar ama o kadar nüfusa yetmesi mümkün değil. Dolayısıyla aile Türkiye’ye ayak bastıktan sonra yavaş yavaş ekmek parası uğruna çeşitli yerlere dağılmaya başlıyor. Ahmet Turhan’ın en büyük şanssızlıklarından biri de henüz 4 yaşında iken annesini kaybetmesi ve yetim kalması oluyor. İlkokulun sonuna kadar okuyabilse de dönemin şartlarında ondan sonrası mümkün değil. Bir an evvel para kazanmak ve aileye destek olmak gerekiyor.

Ahmet Turhan da 12 yaşında iken atlıyor arabaya tek başına İstanbul’a geliyor. Neyse ki halası ondan daha önce taşı toprağı altın İstanbul’a gelmiş. Dolayısıyla gelince hemen bir fabrikada işe girip halasının yanında kalmaya başlıyor.

TEK DERDİ ELİNDE BİR ALTIN BİLEZİK OLMASI

Daha 12 yaşında küçücük bir çocukken tekstil fabrikasında 300 lira maaşla çalışmaya başlıyor. Biz o yılları bilmeyiz ama Ahmet Turhan iyi bir para olduğunu söylüyor. Tabi ki o paranın bir kısmı da evinde kaldığı halasına gidiyor.

Turhan fabrikada çalışmasına çalışıyor ama içten gelen farklı bir dürtü var. O standart bir çalışan olmak yerine hep bir sanatı, kolunda altın bileziği olsun istiyor. O dönemi şöyle anlatıyor:

“Çocukluğumdan beri araştırmacı, meraklı bir insandım. Fabrikada 6 ay çalıştım ama orada dokumacılık yapan 45-50 yaşlarındaki insanları görünce anladım ki burası benim hayallerime uymuyor. Ben İstanbul’a niye geldim, köyde de çobanlık yapar iyi kötü geçinirdim. Torna atölyesine girip çırak olayım diye düşündüm. 100 lira aylık verdi bana, fabrikadan aldığımın üçte biri.

Bu arada halamlar dedeme şikayette bulundular, ‘Senin Ahmet fabrikayı bıraktı burada kötü durumda kalacak’ gibilerinden. Dedem de atlayıp geldi İstanbul’a. Dökümhaneden 30-40 kiloluk dökümleri alır sırtıma yüklerdim, çok ağrına gitmiş dedemin. Dedem, ‘oğlum, ben yetimimi, kendi garibimi ezdirmem. Toparlan, seni köye götürmeye geldim.’ Tamam dede dedim, gidelim de sorarım sana, bana ne vaat ediyorsun, neyin var, kaç dönüm tarlan var, kızlardan babama ne düşer, babamdan bana ne düşer? Ne diyorsun, hala gelmemi istiyor musun?

DEDEM AĞLAYA AĞLAYA GİTTİ

‘Te be oğlum’ dedi, sırtıma vurdu, ‘Allah yolunu açık etsin’, ağlaya ağlaya, gözlerinden yaşlar süzüle süzüle döndü gitti. İşte o göz yaşları, onun o davranışı hayatım boyunca bana ışık oldu. Yoksa oralardan kurtulmak çok kolay değildi, baya belalı yerlerdi. Bir tavam bile yoktu yemek pişirmek için. 30-40 metrekare bir yerde 5-10 kişi çalışıyorduk. Takım tezgahının üzerinde yattım 7 sene, 13 yaşımdan askere gidene kadar. Niye, bir sanat sahibi olayım diye, bir şeyler öğreneyim diye.

Ha pişman mısın diye sorsan, hayır. Aynı hayatı yine 7 sene kuru ekmek yiyerek göze alabilirim. Hayallerim var. Hayallerim fakirliği, yokluğu kırmak. Koluna bir bilezik takıp bununla hayatını dürüstçe devam ettirebilmek.”

2 BİN 500 LİRALIK TEZGAHLA BAŞLAYAN HİKAYE

Yıllarca bu zorlu şartlarda çalışan Turhan, dökümcülük işini iyice öğrenir. Askerden dönünce de önce amcasının evlatlık kızı ile evlenir, sonra da kendi başıma nasıl iş yaparım diye düşünmeye başlar. Önce köyde kendisine kalan 12.5 dönüm arsayı satar, eşinin annesinden 3 tane beşi bir yerde alır ve 2 bin 500 liraya bir tezgah alıp yola çıkar.

Tabi yola çıkar dediysek öyle hemen bi dükkan tutma olayı filan yok. O şartlarda dükkan nerde? O yüzden tezgahını arkadaşlarının dükkanlarına koyar ve ufak ufak işler yapmaya başlar. İşleri ufak olsa da hayalleri büyüktür ve aslında bu yazının ana konusu da hayallerdir. Ahmet Turhan hiç bir zaman hayallerinden vazgeçmeyen ve onlara sıkı sıkıya bağlı bir adam. Röportaj boyunca da hep hayallerine vurgu yapıyor. Zaten bu hayaller olmasa kim fabrikadaki işini bırakıp üçte bir fiyatına 7 sene takım tezgahlarında üzerinde yatar kalkar ki?

BÜTÜN MESELE VAZGEÇMEMEKTE

Bu yazıyı okuyup buraya kadar gelenlere de Turhan’ın hayallerle ilgili çok beğendiğim bir sözünü bırakayım, belki iş hayatına yeni başlayacak olanlara ya da başı sıkışık olup ne yapacağını bilemeyenlere ilham verir: “8 yaşındaki hayaline 80 yaşında ulaşamasan bile vazgeçme, bütün mesele vazgeçmemekte, her şeyi yaşayabilirsin ama vazgeçmek yakışık almaz, dürüstçe yola devam edeceksin.”

Neyse, biz o günlere geri dönelim ve Turhan’ın hayat hikayesini anlatalım…

“Tezgahı koymuşum ama müşteri yok, iş yok… Nereden iş bulacağım da nereden ne yapacağım, cesarete bak. Ama hayallerim var. İşler ufak ufak başladı, ben de zaman içerisinde Perşembe Pazarı’nda 3 tane yer değiştirdim. Sonunda da 1969 yılında kendi dükkanımı açtım.

KAZANDIĞIM PARANIN FARKINDA DEĞİLDİM

Her tip işi yapıyordum. Elektrik fişi uçlarından tut da, radyo düğmelerinin, pillerine, sarı burçlarına varana kadar. Fazla sanatkar da yoktu o zaman. Millet geliyordu bizi bodrumdaki dükkanda buluyordu. İşler bir anda öyle bir arttı ki, bir sene içinde 30 kişiye çıktım. İyi de para kazanmışım ama kazandığımın farkında değilim, çünkü hep işle güçle uğraşıyorum. İşler iyileşince 1974 yılında Bayrampaşa’ya geçtim. Televizyon antenlerinin parçalarını üretiyordum, çok güzel işler bulduk, yaptık ettik. Yedek parçalar, bisiklet parçaları, paslanmaz alüminyum demir, otomatlar, her türlü malzemeler… Ama kazandığın zaman şımarmayacaksın, kaybettiğin zaman da dünyaların yıkılmayacak, yola devam etmek önemli. İşin özü burada.”

Turhan bir yandan ufak ufak işler yaparken asıl olarak kafasında tam teşekküllü bir imalat vardır ama ne üreteceği konusunda kararsızdır.

Ne üreteceğini bilmese de aklında hep ufak sermaye ile girilemeyecek bir üretim yapma fikri vardır. İşte bu fikir, tesadüf eseri kendisini bulur ve bir dünya devi olan Turaş’ın ilk adımları Bayrampaşa’da atılır. Şöyle devam ediyor:

“ARADIĞIM BELAYI BULDUM”

“Bir gün mal götürmeye bir fabrikaya gittim ama o fabrika üretimi durdurmuş, çünkü ECA’dan muslukları alamamış. Orada bende bir ışık yandı, koskoca fabrikanın imalatını durduran bu musluk mu şimdi? Patrona ‘ben sana yapayım’ dedim. Madem bu bir fabrikayı durduracak kadar belalı bir iş, benim de tam aradığım bela işte. Bütün tanıdıklar, abilerimiz, ustalarımız beni çok uyardı ‘yapma sakın bu işe giren battı’ diye. İyi de ben bela arıyordum zaten, bu da tam istediğim bela.

Zaten bu işte biraz da olsa tecrübemiz vardı. Yahudi bir ustam vardı, Fransa’dan bir ocak getirmiş. Dolmabahçe’de gazhane vardır, o gazhaneden dağıtılan gazlarla Şişli’de evlere doğalgaz verilirdi. Onların ocaklarını yaptık biz, sokaktan musluk toplayıp kasnaklı tezgahlarla musluk alıştırarak musluk yaptık. Sokaktan cam toplayıp kırıp toz yaparak muslukları alıştırarak haftada 300-500 tane ancak yapıyorduk. Oradan tecrübem var.”

BİZİM BATMAMIZ HERKES GİBİ DEĞİL

Turhan 1978’de işe başlar ama 1980 12 Eylül’de işler değişir. O zaman musluk verdiği 4 büyük firmadan 3’ü batar ve o günün parasıyla 12 milyon lirası gider. Şöyle devam ediyor:

“Biz de battık sayılır ama benim batmam hammadde karşılığında. Aslında iş orada başlıyor, batıyorsun tamam, batıyorsun başkaları senin paranın üzerine yatıyor tamam ama senin yapacak başka bir işin yoksa ve sen savaşa devam edeceksen dürüst olmak zorundasın. Ne yapacaksın, köye gidip Kerim dedemin 10 dönüm tarlasında mı duracağım? Ben hayatımda 4 defa zor durumda kaldım ama hiçbir alacaklı bana ne zaman borcunu ödeyeceksin diyemedi. Borçlu olduğum yere her gün ben giderim, selam veririm, çayını, kahvesini içerim, rahat ol derim, döner gelirim. Ben uykusuz kalıyorum senin alacağın için ve eğer bir şüphe duyuyorsan yarın paranı getiririm, sonra selamı sabahı da keserim.

Ben 1958’den beri piyasanın içindeyim. Görmediğim kriz kalmadı. Koç Grubu Karaköy’e 2-3 katlı bina yaptığı zaman bize gökdelen gibi gelmişti, biz o günlerden geliyoruz. Türkiye’nin kalbiydi 1960’larda Perşembe Pazarı.”

Turhan’ın krizlerle tek karşılaşması o yıllarda olmuyor. 1994 krizinde de benzer bir durumla karşılaşıyor, hatta teknik olarak batıyor. O dönemi de şöyle anlatıyor:

“Alternatifin yoksa yola devam etmek zorundasın. 94 krizinde zamanında Bayrampaşa’da bir müşteriye gittim, iş istiyorum dedim, evrak ver malzeme alacağım, iş yapacağım. O da bana, ‘arkadaş ne yapıyorsun sen, eskiden benden alacağın vardı, şimdi avans istemeye kalktın, bunda bir yanlışlık var. Muhasebe müdürünü çağırdı, bir baktı 850 bin lira borcum var, 850 bin liralık da takım taklavatım var. ‘Batmışsın sen’ dedi, dedim ‘ben de biliyorum battığımı ama yapacak bir şey yok.’

Yanımda bir arkadaş vardı arabaya bindik eve gidiyoruz. Radyoyu açtım, keyifli keyifli gidiyorum. ‘Abi merak ettim, sen bugün iflas ettim demedin mi, radyo açık, müzik dinliyorsun, keyfin yerinde, nedir dedi bunun hikmeti’ dedi. Ya dedim battıysam battım, yarın yeniden bir Ahmet Turan doğacak, devam edecek işe. 850 bin lira da borcun var ya, bunun 500 binini nasıl ödemem diye düşünüyorsan şeytana ortak oldun demektir. Ama ben 850 bin lirayı ödeyeceğim diye düşünüyorsan gidip rahat uyuyabilirsin.”

PARANIN DEĞİL HAYALLERİNİN PEŞİNDEN KOŞ

Turhan, konuşmasında hep hayallerine vurgu yapıyor. Onu Tekirdağ topraklarından çıkarıp armatürde bir dünya markası olmaya götüren yol da işte bu hayaller. Kimisi hayal kurar ve bu ona yeterken, Turhan hem hayal kuruyor, hem de inatla peşinden koşuyor. Şöyle anlatıyor:

“Köyden niye kaçıp geliyorum İstanbul’a, dokuma fabrikasında niye kalmıyorum, torna atölyesine niye gidiyorum, orada 500-600 liraya normal hayatımı devam ettirecekken ben niye kalkıyorum 160 liraya talim ediyorum? Hep bir hesap, bir hayal var. İnsanlar her şeyden önce hayallerine sahip çıkacaklar. 8 yaşındaki hayaline, 80 yaşında bile ulaşamamış olsa bile hayalinden vazgeçmemeli.

Paranın peşinde koşmayacaksın. Paranın peşinde koşmayıp hayallerin peşinde koşmak bu günlere getiriyor ama, aması var. Aması da şu; hem kazanacaksın, hırsını frenleyeceksin, hayallerini erteleyeceksin ama vazgeçmeyeceksin. Tüm meselenin özü şu; hayallerini erteleyebilirsin, zorda kalabilirsin, kriz olabilir ama vazgeçmek yakışık almıyor. Kendine ihanet ediyorsun. Kendine ihanet etmemek için dürüstçe yola devam etmeyi başarabilmesi lazım insanların. Hayal kurabilmen için bilgi sahibi olman lazım. Ben işe başladığımda 20-30 tane rakibim vardı ama bugün kalmadı. Bugün benim rakiplerim, İtalyan, Çinli, Amerikalı… Şu anda dünyada ilk 3’ün içindeyiz ama bu beni kesmiyor, ben birincilik istiyorum ölmeden.

78’de işe başladık ama hiçbir zaman için zengin bir ortak alıp, daha kolay, daha çabuk merdivenleri çıkmak istemedik. Aile şirketi olarak bugünlere kadar geldik. İlk kurulduğunda bir tek ben vardım. Sonra bir sürü çıraklar, kalfalar, yüzlerce binlerce kişi yetiştirdik. Ama benim hayallerimi kimse anlayamadı, anlamak da istemedi. Para dediğin el kiri, kazanırsın yıkarsın gider.

Pişmanlığın ne dersen, sadece 15 senede geleceğimiz yere 50 senede geldiğimiz için pişmanım. Tecrübe sahibi olmak için çok büyük bir zaman sermayesi harcadık. En büyük sermaye zamandır. Ülkenin şartlarından tut da, insanların kültürel yapılarına kadar bir sürü etken var ama ne kadar kötü etkenler olursa olsun, hayallerini erteleyebilirsin ama vazgeçemezsin. Ben işimin anarşistiyim, Türkçesi bu. Ama öldürücü anarşist değil, yapıcı anarşist. Hiçbir zaman insanlara saygıda kusur etmem, kimsenin önünden dahi geçmem. 8 yaşındaki karakterinle 80 yaşındaki karakterin parayla değişmemeli.”

spot_img

SON YAZILAR

BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR