Sarayköylü Ersun Yanal’ın hikayesi / Çocukluk hayalim gerçek oldu

Türkiye Süper Ligi’nde şampiyonluk sevinci yaşayan yerli teknik direktörlerden biri olan Ersun Yanal, SportBox’a konuk oldu. Futbolculuk kariyerine erken yaşta son verip 26 yaşında antrenörlüğe başlayan Ersun Yanal, çocukluk döneminden geldiği sürece kadar hayatındaki önemli detayları anlattı.

Fenerbahçe’ye en son şampiyonluğunu yaşatan isim olan Ersun Yanal’ın hayat hikayesi Denizli Sarayköy’de başlıyor. Dedeleri Kosova göçmeni olan Yanal, mutlu bir çocukluk geçirmiş. Sabahtan akşama dışarıda oyun oynayan, doğanın içinde olan ve maç yapan çocuklardan. Çocukluğunu ‘çok eğlendik ve eğlenerek öğrendik’ diyerek tanımlayan Yanal, babası elektrikçi olduğu için taşındıkları Denizli şehir merkezinde meslek lisesine giderek eğitimine devam ediyor. O dönem Denizli’nin bir şansı var, şehrin Gençlik ve Spor Genel Müdürü Yakup İnan. Onun sayesinde şehirden her branşta çok fazla sporcu çıkıyor. Zaten Ersun Yanal da ileride bunlardan biri olacak…

Ersun Yanal’ın ailesinin oturduğu yerin çok yakınındaki bir çıkmaz sokak ise belki de kaderini değiştiren yer. Spor tutkunu olan herkes orada buluşuyor ve bütün boş vakitlerini orada geçiriyorlar. Yanal, o sokağın müdavimlerinin büyük çoğunluğunun sonrasında spor akademisine gittiğini söylüyor.

İçlerinden bazı büyük abilerinin akademi yolunu açması Ersun Yanal’ın da en büyük hedefi olmuş. Her ne kadar elektrik okusa da kafasındaki tek şey akademiye gidip sporcu olmak. Gerçekten de mahalledeki akranları gibi üniversitede Manisa’daki spor akademisine girmeyi başarıyor.

BİLİME TUTKUN BİR ÖĞRENCİ

Spor akademisine başladığında tanıştığı hocalardan Tevfik Eroğlu ise onun vizyonumu değiştiren insanlardan bir tanesi oluyor. Tevfik Hoca’nın önderliğinde ikinci sınıfta futbol uzmanlığını seçen Yanal, Köln Spor Akademisi’nden gelen Tevfik Hoca ve ekibinin sayesinde modern futbolu ve antrenman bilgisini öğrenmeye başlıyor. Çevresindeki arkadaşları futbolcu olmak isterken, o kafasında kendi yolunu antrenörlük olarak çiziyor.

Yanal’ın antrenörlük istemesindeki en önemli nedenlerden birisi de bilime olan tutkusu. Meşhur Bilim ve Teknik dergisi her hafta evlerine geliyor ve Yanal bu dergiyi satır satır okuyor. Aynı zamanda tıbba da çok meraklı. Spor ve tıp dergilerinde konu ile ilgili yazıları hiç kaçırmıyor. Hatta o kadar meraklı ki antrenör olduktan sonra bazı ameliyatları bizzat girip izliyor. Yanal, şöyle anlatıyor:

“Spor ve bilim bence bizim o dönemimizin futbola çok uzak kısmıydı ve antrenörlüğe ilk başladığım yıllarda benim için büyük bir avantaj oldu. Tıbbın ve antrenman bilgisinin özünü kavramış birisi olarak, bunların antrenmanlarda uygulanmasında bayağı öndeydik. Bugün artık akademik kariyer yapmış arkadaşlarımız rahatlıkla uygulasalar da o zaman antrenman ve testler konusu çok karanlık bir hikayeydi. Futbolda uygulanan testler ve onların antrenmana dönüştürülmesiyle ilgili özellikle Denizlispor’un ikinci döneminde çok çalıştım. Ankaragücü’nde de rahmetli Cemal Aydın’ın çok büyük destek vermişti. “

FUTBOLCU DEĞİL SPORCUYDUM

Antrenörlüğe başlamadan önce Yanal’ın bir de profesyonel futbolculuk kariyeri var. Her ne kadar direk antrenör olmak istese de zamanının tozlu sahalarından o da geçmiş. İkinci ve üçüncü liglerde oynamış ama kendisini bir futbolcu olarak değil, bir sporcu olarak tarif ediyor. Şöyle devam ediyor:

“Voleybol oynadım, basketbol oynadım, atletizm yaptım, spor akademisinde olmamdan dolayı cimlastiğe bulaştım, sporun her alanına girdim. Ama benim idealim asla iyi bir futbolcu olmak değildi. Antrenör olmayı düşünüyordum. Çalıştığım takımlarda hocalara yardım ederdim. O zaman antrenör ekiplerinde şimdiki gibi 3 tane yardımcı antrenör, bir kaleci antrenörü, bir tane fizyoterapist, bir tane atletik performans hocası falan yok, bir tane hoca var. Yardımcısı bile yok. Oradan bir tanesi sana yardım eder işte, bizler o işi yapardık.”

GÜNDÜZ TEKİN ONAY FAKTÖRÜ

Futbolu 26 yaşında bırakan Yanal için sonrasında antrenörlük yolu açılmıştır. Önce amatör ligde oynayan Denizli Belediyespor’a sonrasında da 3. ligde oynayan Sarayköyspor’a gider. Ardından yolu Denizlispor’un altyapısına düşer. Kendi kariyeri açısından da en önemli yerlerden birisi Denizlispor olur. Şöyle anlatıyor:

“Denizlispor’a ilk başladığımda şansıma rahmetli Gündüz Tekin Onay’la çalıştım. Bir gün benim çalıştığım odaya geldiğinde duvarlara baktı, sen mi yapıyorsun dedi bunları, evet hocam dedim. Onun meşhur kara gözlükleri, böyle heybetli duruşu vardır. Baktı, başka neler yapıyorsun göster bakayım dedi. 2-3 gün sonra da bana ‘falanca yerde yemek yiyoruz sen de gel’ diye haber yolladı. Bayağı kalabalık bir grup, yöneticiler falan var, ben de genç takıma bakan bir hoca olarak orada ne işim var diye düşünüyorum. Meğer oraya beni göstermek için çağırmış. Benim için önemli bir mihenk taşıdır Gündüz Hoca. O günden beri beni hep takip etti ve bana mektup yazardı.

Benim yükselişim Denizlispor’da yardımcı antrenör olarak devam etti, lige çıktık. Ligde kısa aralıklarla 8’er 9’ar maç iki sene takımı yönettim. Daha sonra ayrıldım, 6 ay antrenörlük yapmadım. Sonra 2. ligde Salihlispor’da başladım ama durumumuz maddi olarak çok kötüydü. Para yok, deplasmana zor gidiyor takım. Önemli futbolcuları başka takımlara gitti, kalanlar da bırakmak istiyor. Toplandık, o zaman Bülent Akın da var. ‘Hadi gelin çocuklar, belki biz seneye burada olmayacağız, ama bırakırsak büyük bir fırsatı tepmiş oluruz, devam edelim.’ dedik. Gerçekten de orada çok başarılı bir sezon geçirdik. O takımın 9 oyuncusu Süper Lig’de top oynadı.”

BİLİMSEL VERİLERLE ANTRENMANIN YOLUNU AÇTI

Salihlispor’daki başarısı dikkat çeken Yanal için süper ligin kapısından dönen Denizlispor günleri tekrar başlar. Yine elinde önemli futbolcularını kaybetmiş genç bir kadro vardır. Sezona ‘küme düşme hattından uzak kalalım yeter’ diyerek başlarlar fakat çok başarılı olurlar. Denizlispor birinci lige çıkıp 15 milyon dolarlık satış yaparken, Yanal da Ankaragücü’ne gider.

Ankaragücü’nde sırasıyla altıncı ve dördüncü olur ve yine ellerindeki iyi oyuncuları yüksek bedellerle satarlar. Hatta halen liglerimizde forma giyen Umut Bulut o dönemin genç yeteneğidir.

Sonrasında Gençlerbirliği’ne geçip ligi üçüncü bitirmeyi başaran Yanal, artık futbolla ilgilenen herkesin tanıdığı bir teknik adam haline gelmiştir. Başarısı sadece takımları üst sıralara taşımak değil, aynı zamanda oyuncuları parlatıp yüksek bedellere büyük kulüplere satmasından da ileri gelir. Yanal, şöyle anlatıyor:

“O dönem bilimsel bir takım güçleri kullanmak açısından son derece yüksek bir seviyeydi. Anahtarlarla ve uzaktan kumandayla yönetilebilir sistemleri kurduk. Her oyuncunun kartları vardı ve o kartlara göre cihazlarına yüklenen verilerle gidip bunları uzaktan takip edebilirdik. Elektronik olarak oyuncularımızın koşu mesafelerini, kalp atımlarını, verilen yükleri… Daha da ileri gittik, bugünkü video klipler gibi yapılan, hızlı çağırılan görüntülü sistemleri de kullandık. Çeşitli programlar geliştirdik. Bunları kullanırken de oyuncuların bireysel verilerini ayrıntılı bir şekilde verebiliyorduk. Topa sahip olduğu alanlar, topu kaybettiği alanlar, aynı zamanda rakibin her türlü analizini yapabiliyorduk, böyle bir ekip vardı. Bu ekibin içinde 4 kişi çalışıyordu. Bize hızlı bir şekilde bu analizler geldiğinde biz bunları oyuncularla paylaşabilecek ortama da sahiptik.”

Ersun Yanal antrenörlükte hep kendini geliştiren bir karaktere sahip. Bunun için de o dönemki teknolojik imkanların hepsini kullanıyor. Türkiye için çok yeni olan bir çok uygulamayı ilk o deniyor, görüyor. Tabi ki bunları denemesi için arkasında bir yönetim desteğinin olması ya da yönetimin hocanın işine hiç karışmaması da son derece önemli. Gençlerbirliği örneğini verirken dönemin başkanı İlhan Cavcav’ı iki senede antrenman sahasında sadece 2 kere gördüğünü söylüyor:

“Bana müdahale etmediler. İşler iyi gidiyor, onun için müdahale etmediler diyebilirsin ama işlerin iyi gitmesi için her türlü ortam hazır. Ekonomik hiçbir sorun yaşanmadı, çok büyük paralar mı alıyorlardı, hayır. Bugünkü ücretlerle hiç kıyaslanmayacak paralar. Asla abartılı işler yapılmıyordu, her şey düzenliydi, ayarında ve güzel gidiyordu.” diyor.

Gençlerbirliği’nden sonra başlayan Vestel Manisaspor günleri de Yanal’ın yıldızını iyiden iyiye parlatıyor. Vestel’in futbola verdiği destekle şampiyonluğa oynayabilecek bir takım yaratılmış, Yanal da bunun başına geçmiştir. Her şey iyi giderken 3 önemli yabancı oyuncusunun arka arkaya yaşadığı sakatlıklar şampiyonluktan uzaklaştırsa da, Caner’li Arda’lı Holosko’lu kadrosu ile Yanal o sezona imzasını atmayı başarmıştır.

ALTYAPIYA BAKIŞ DEĞİŞMELİ

Ersun Yanal Türkiye’de altyapıya bakışın değişmesi gerektiğini söylüyor. Çocukların hep beraber yaşadığı yerler yerine onlara özgürlük verilmesi gerektiği görüşünde. Şöyle anlatıyor:

“Almanya’da bir gün dolaşırken Leverkusen’e gittik. Altyapı tesisleri olağanüstü. Ben orada ‘yatakhaneleri nerede’ diye sorma gafletinde bulundum. Bundan 13 sene önceydi. Adam, ‘efendim, anlamadım , ne yatakhanesi? Böyle bir şey yapamayız biz, aileden çocuğu ayıramayız. Ayrıca buraya 100 kilometre mesafe dışında oyuncu alamayız’ dedi. Biz çocukları 12-13-15 yaşında 10 kişilik koğuşlara sokup burada onları oyuncu yapmaya çalışıyoruz. Bu eşyanın tabiatına aykırı. Bu çocuğun oyunsal girişimi ve nitelikleri gelişse bile, zihinsel nitelikleri ve yetenekleri gelişmeyecek. Oyuncunun daha sonra kararlar verebileceği duygusal ve mental bir takım yetileri gerileyecek, duyguları azalacak, ya da üretebileceği duyguların dışında başka duygular öne çıkacak. Aileden ayıramazsınız çocuğuz. Diyeceksiniz ki peki çözüm ne? Çözüm şu, okulların ve amatör kulüplerin eskisi gibi canlandırılacağı, mahallenin, semtlerin, ailelerin işin içine gireceği yatay bir organizasyona ihtiyaç var.”

BU KADAR HALI VE ÇİM SAHAYA GEREK YOK

Yanal, Türkiye’deki çim ve halı saha mantığına da karşı olduğıunu şu sözlerle ifade ediyor:

“Valencia şehrinin ortasından bir şerit geçer. Yeşillik. Orada küçük küçük toprak sahalar görürsünüz. Biz ise çim sahalar halı sahalar yapacağız diye etrafına teller çevirip kapılarını kilitledik. Çocuklar orada sokak futboluyla, plaj futboluyla başlıyorlar. Futbolda halı gibi sahalara gerek yok. Biz Almanya’yı, Hollanda’yı kodlayamayız, oranın doğal olanaklarını kodlayamayız. Git Brezilya’ya çıplak ayakla, git Fas’a kavşakta taşları koymuşlar, arabaları koymuşlar, arabalar futbolcuları bekliyor oynasınlar golü atsınlar da geçeyim diye. Futbol öyle bir oyun. Futbol öyle 4 tane sahayı yan yana getirip oynatacağın bir oyun değil. Futbolu mahalleden, semtten, amatörlerden, kaynağından yetiştirmen gerekiyor. Futbol diğer spor branşlarına göre becerilerin en açık olduğu ve en yüksek olduğu oyun.”

YAPTIĞI DEĞİŞİKLİK TARAFTARI ÇILDIRRTI

Ersun Yanal hep futbolun hücum tarafında olmuş, takımları seyir zevki vermiş bir antrenör. Fenerbahçe’ye antrenör olarak gelmesinde de bu futbol felsefesinin çok etkili olduğu belli. Gençlerbirliği’nde çalışırken Fenerbahçe ile oynadıkları maçı hiç unutamıyor:

“Fenerbahçe stadında oynuyoruz, Daum Fenerbahçe’nin hocası ben de maçtan önce taraftarın bana atkı atıp bağırdığını hatırlıyorum. Fenerbahçe taraftarı ile benim bağdaştığım yeri anlatmak istiyorum. O maçta da biz 3-2 galibiz ve ben oyundan stoper çıkarıp santrafor olarak Veysel’i aldım. Fenerbahçe taraftarı çıldırdı, ‘Ya bu nasıl olur adam stoper çıkarıyor, forvet alıyor.’ Aslında çok basit mantığı vardı ve Veysel de gol attı. O gün 4-2 bitti maç. Fenerbahçe kendi dokusunda hücum oynamayı, atak yapmayı, atakçı bir takım olmayı kültüründe barındırmış bir kulüp. Onlar için galibiyet çok önemli ama bunu rakibine başka bir üstünlük sağlayarak da yapmak kültüründe var. Ben Fenerbahçe’yi takip ettiğimi hatırladığım günden itibaren Fenerbahçe hep fantastik ve görsel bir oyunun aşağıdır ve saha içinde güçlü olmayı, rakibine o üstünlüğü kurmayı hep ister. Fenerbahçe’de siz mağlup olduğunuzda da alkışlanırsanız. Eğer iyi bir oyun oynamışsanız ve o oyunun hakkını vermişseniz sizi alkışlarlar. Öyle bir kültürü var. O oyun formatına aşıktırlar.

O-O OLACAĞINA 4-3 MAĞLUP OLALIM

Ben antrenörlüğe başladığımda şunu söylerdim; zevk alacağız, zevk vereceğiz. Çünkü bizim zevk almamız gerekiyor ki, taraftarımıza zevk verelim. 0-0 biteceğine 4-3 mağlup olalım. Beni çok eleştiriyorlardı, kızıyorlardı. Futbolun ekonomik değeri, sosyal değeri çok yüksek ülkelere baktığınızda, futbol maçının o günü bir karnaval şeklinde geçer. Almanya’da ya da İngiltere’de, Fransa’da bir maça gittiğinizde eğlenirsiniz. İnsanların buluşma yeridir. Hatta yeme içme maç sonrasında devam eder, birden stat boşalmaz. Orası bir mekandır artık ve o mekanda devam edilir. Bizde ise skora göre hareket edilir. Eğer skor iyiyse, sosyalleşme devam eder. Eğer skor kötüyse o gün orada sosyalleşmenin yerini başka şeyler alır. Biz bu dokuyu kaybetmeye başladık. Çünkü skor severlik başka çıkarlara hizmet etmeye başladı. Bunun için de acımasız bir siyaset güdülmeye başlandı. Siyaset derken yanlış anlaşılmasın, futbolun içindeki kendi siyaset.”

ŞAMPİYONLUK SENESİ

Ersun Yanal, Fenerbahçe’yi en son şampiyon yapan teknik direktör. Fenerbahçe’de şampiyonluk senesinde yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

“O takım bir kere çok karakterli bir takımdı. Raul Meireles, Kuyt, Webo, Topal, Egemen, Bruno Alves, Caner, Gökhan… Bu takımdaki oyunculara baktığınız zaman olgunluk seviyeleri, kazanma arzuları çok yüksek. Duygularını çok doğru harmanlamış ve dayanıklılıkları çok üst düzey oyunculardı bunlar. Biz o dönemde yönetimiyle, taraftarıyla ve medyasıyla iyi bir ahenk yakaladık.

Fenerbahçe’ye gelme sürecim bir günde olmadı. Uzun sürecin içinde bir çok duyguyu yaşadık ama ilk gelip başladığımda bana çok yardımcı oldular. Özellikle oyuncu grubundan ciddi yardım gördüm. O dönem, 3 Temmuz FETÖ dönemi, Fenerbahçe’nin ciddi sıkıntılar çektiği bir dönemdi. Yönetim, başkan Aziz Yıldırım ve ekibi bununla çok uğraşıyorlardı. Ben de bir dönem takımla yalnız kaldım ve bu konuda da yönetimden ve başkandan büyük destek gördüm. Oyuncular da bunu çok iyi anladılar.

Rekabetçi bir lig oldu. Manchini Galatasaray’ın başındaydı, Beşiktaş’ın başında Slaven Biliç vardı. Bir Konya mağlubiyetiyle başladık, 2-0 öndeyken 75’inci dakikadan itibaren 3-2 mağlup olduk ve aslında bize iyi geldi o maç. Toparlandık ve dedik ki, ‘biz bu maçı milat olarak kabul ediyoruz ve şampiyon olacağız.’ Ondan sonra da hiç kaybetmeden iyi bir sonuç aldık.

ANJİYODAN SONRA GALATASARAY DERBİSİNE

Şampiyonluğa en yakın hissettiğimiz maç, Galatasaray maçıydı. Biz Galatasaray maçında şampiyon olduk ve benim orada da bir hikayem var. Galatasaray maçından önce biz Bursaspor maçı oynadık. Bursa’da Batalla karşı karşıya kaçırdı, döndü Egemen attı 3-2 kazandık. Maçtan önce de bir sağlık kontrolü için hastaneye gitmiştik. Oradaki hekim arkadaşlar ‘hocam sana anjiyom yapmamız lazım’ dediler. Yok dedim, sağlığım iyi, kendimi iyi hissediyorum. Israr ettiler, ben de iyi tamam maçtan sonra yapalım dedim. Bursaspor maçından sonra Pazar günü büyük keyifle anjiyoya gittim. Benim başımda 3 doktor arkadaş vardı, ‘biz seni bırakamayız, bypass olman lazım’ dediler. Kalp damarlarımda ciddi bir sıkıntı varmış. Neyse bir şekilde apar topar başka bir hastaneye gittim, aynı şeyleri orada da söylüyorlar. Günlerden Perşembe… Bana Perşembe akşamı anjiyo yaptılar, 6 stentle çıktım. Cuma günü öğleden sonra taburcu oldum, kampa gittim. İlk defa böyle uzanıp yattığımda kendimi yorgun ve halsiz hissetmiştim. Cuma günü akşam kamp var takımla beraber kampa girdik. Cumartesi günü Galatasaray derbisine çıktık.

Doktora sordum ne yapayım diye, gitme dedi ama yapacak bir şey yok. İnsanın hayatında çok önemli anlar ve kırılma yerleri var. Tabi sağlık çok önemli, ailen, sevdiklerin var, hayattan beklentilerin var. Ama ben bu işi çok seviyorum, bu iş benim hayatım. 19 yaşımda başlamışım antrenörlük eğitimine. Çocukluktan hayalini kurduğum, taraftarı olduğum bir takımın koçuyum, bir derbi oynayacağım ve şampiyonluk maçına çıkacağım. Ben burada bunu yapamazsam hiçbir zaman yapamam dedim. Bunu yapmalıyım, güçlü olmalıyım dedim ve o maça öyle çıktım. O günü hiç unutamam. “

spot_img

SON YAZILAR

BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR