Sıfırdan zirveye Arda Türkmen’in çarpıcı hikayesi

StoryBox’ın bu haftaki konuğu ünlü şef Arda Türkmen… Çocuk yaşlardan itibaren iş hayatına atılan ve farklı sektörlerde çalışan Türkmen, kırılma anlarını, yaşadığı iflası, hayatındaki zor anları ve tekrar nasıl ayağa kalktığını tüm detaylarıyla anlattı. “Şans cesur insanlara aşıktır” diyen Türkmen, “Evde oturup camdan dışarı bakıp güzel bir hayatım olsun diye hayal edeceğine evden dışarı çıkıp bu güzel hayat için savaşman lazım. Evde oturursan çok şanssızım diyemezsin ama dışarı çıkıp savaşırsan işte o zaman bundan bahsedebilirsin. Arda Türkmen olarak değil ama Arda olarak pazara çıkayım limon satmak için herkesten iyi satırım. Elimden gelen ne varsa koyarım ve onu düzgün bir şekilde satana kadar da rahat etmem. Hedefim oysa bunu yapmak için elimden gelen her şeyi yaparım” sözlerini sarf ediyor.

Türkiye’de gastronomi ve şeflik deyince ilk akla gelen isimlerden olan Arda Türkmen 1975 İstanbul doğumlu. Ortaokul ve liseyi Fransız disiplini altında Saint Benoit’de okuyan ancak hayatı sokaklarda oynayarak geçen Türkmen, lisan bilgisinin sağladığı avantjla o yıllarda çalışmaya başlıyor. Aslında Divan Oteli’nin Yiyecek İçecek Müdürü olan babasının iyi işi sayesinde çalışmaya çok ihtiyacı olmasa da çalışmak, üretmek ve para kazanmak Türkmen’in içinden gelen bir dürtü.

Ortaokul çağlarında çok hevesli ve hırslı bir çocuk olduğunu söyleyen Türkmen, okuldan Sirkeci’ye gidip bisikletleriyle günlük transfer turları ayarladıklarını, havaalanından da transferlerle yabancı turistleri otellere götürdüklerini hatırlıyor. O yıllarda kırtasiyenin önünde kitap da satan Türkmen, çocukluk döneminde yaşadığı her şeyin şu anki Arda’yı oluşturmada yüzde 100 etkili olduğunu söylüyor. Şöyle anlatıyor:

“Çok mutlu bir çocukluk geçirdim, çünkü pozitif ve sokakta büyüyen bir çocuktum. Okula gidip gelirdim, arkasından yine mahalleye çıkardım, bizde hiç öyle bir kısıtlama yoktu, semt çocuğuyduk. Hepimiz kuruyemişçide buluşurduk, oradan deniz kenarına giderdik, arkasından kilisenin bahçesine gidip oradan meyve toplardık. Akşam hava kararmadan hadi bir top oynayalım derdik maç yapardık. Sokakta mahallede misket oynayan, incir ağacına dalıp incir toplayan, sonrasında koşa koşa Eminönü’nden denize atlayıp yüzen bir çocukluktan birden Saint Benoit Fransız Lisesi’nde George Hogg ayakkabı giyen bir gençliğe… Gelişim ve kendi kişisel yolculuğum için hayatı her tadını öğrenmek adına benim için çok besleyici oldu. Geçirdiğim mutlu çocukluk benim hayatımın her etabına yansıdı.”

AKRANLARI DENİZDEYKEN O ÇALIŞMAYI SEÇTİ

Hayatın sadece laylaylom olmadığını ve hayata farklı bakıp çok çalışmak gerektiğini çok erken yaşta fark ettiğini belirten Türkmen, 14-15 yaşlarında akranları yazın sabahtan akşama denize girerken o Taksim’de bir otelde çalışmaya başlar. Otelde neredeyse sadece yol parası karşılığı 9 ay çalışan Türkmen, her şeyin para olmadığını ve tecrübenin çok daha değerli olduğunu da orada anlar. Taksim’deki otel, Arda Türkmen’in mutfağa ilk adım attığın yer olarak da kişisel tarihinin en değerli deneyimlerinden biri olur.

Her yaz halı kilim satmaktan otele, Power FM’den ampul fabrikasına kadar bir yerlerde çalışır. O sırada arkadaşlarının tatil yapıyor olması da hiç umrunda değildir çünkü kafasında belirlediği hedeflere ulaşabilmek için çalışması gerektiğinin farkındadır. O yıllar çalışarak biriktirdiği paralar kendisine iş hayatında parayı doğru yönetmesi gerektiğini öğreten ilk adımlar olur.

ÖNCE ULUDAĞ, ARDINDAN BAR İŞLETMECİLİĞİ

Üniversite yılları ise Türkmen’in girişimcilik için çok hevesli olduğu yıllar olarak kayda geçsin. Üniversitelilere yönelik Uludağ turları başlatarak çok ciddi paralar kazanırlar. Hatta kimi dönem üç oteli birden kapattıkları olur. Bir gün açık hesap çalıştıkları bir otel sahibi kendisinden ve arkadaşlarından otelin barını devralmalarını ve işletmelerini ister. Ama cep harçlığı çıkarmak için organizasyon yapmak başka, koskoca bir barı işletmek bambaşka. Önce biraz tereddüt etseler de işi kabul ederler sözleşmeleri sabah imzalamak üzere hazır ederler. Ancak o akşam İstanbul’dan acı bir haber alır, babası çok erken bir yaşta kalp krizi ile hayata veda etmiştir. Apar topar İstanbul’a döner aileyi bir arada tutmak için elinden geleni yapar. Daha sonra ise Uludağ’a geri döner ve barın başına geçer. Bunları yaparken halen üniversite öğrencisi olan Türkmen, sezonun bitmesine iki ay kala devraldığı bardan ödediği parayı çıkarmayı ve kar etmeyi başarır. Böylece o ana kadar hayatında aldığı en önemli riski başarıyla bertaraf etmiş olur.

Derdi hep çalışmak olan Türkmen bu sefer de okuduğu üniversitede öğrenci servisi olmadığını fark edince üniversitenin mütevelli heyetine gidip bu işe talip olur. Önce üniversite heyeti bu gence güler ama maddi kısımları netleştirdikten sonra ihaleye girer ve kazanır. Servis işinden de iyi para kazanmasına rağmen böyle bir dönemdeyken ve her şey çok da yolunda giderken babasını kaybetmek onu kötü etkiliyor ve çok zorluyor. Babasının ölüm sürecini ve yaşadıklarını şöyle anlatıyor:

BABAMIN İKİ ÖĞÜDÜ VARDI

“Her zaman bana destek olan ve yiyecek, içecek sektörüne merak ve ilgi duymamı sağlayan ana kriterlerden bir tanesiydi babam. Divan Oteli’nin yiyecek içecek müdürüydü, Kuruçeşme Divan açıldığı zaman oranın başına geçti. O yıllarda, Divan’ın uçtuğu dönemlerde en önemli figürlerden bir tanesiydi. Böyle bir zamansız kayıp beni boşluğa düşürdü. Hayatta hep şunu düşünürüm ben, ölümle yaşam ortak. Nasıl karla zarar ortaksa ölümle yaşam ortak. Yaşadığım kadar bir gün öldüğünde de hayatın devam edeceğini sen ve sevdiklerin için biliyor olman lazım. Bu süreci atlatmamda bu düşünce çok faydalı oldu.

Babamın sadece iki tane öğüdü vardı. Birincisi kendi işini yapma demişti. Çünkü yumuşak yüzlü bir aileyiz biz. Kendi işini yapman gerektiği dönemlerde bazen sert kararlar ve hızlı manevralar yapman gerekebilir, o yüzden kendi işini yaptığın zaman mutsuz olabilirsin demişti. Ama ben kendi işimi yaptım hep. Her halde rahmetli babamla aramızda en temel bakış açısı farkı bu. Zor kararları almayı bildim ve arkasında durdum, çok daha cesaretli bir şekilde, ayakları üzerinde duracak bir şekilde ilerledim. İkinci öğüdü de hayatında ne kadar yükselirsen, ne kadar ileriye doğru gidersen hep sevdiğin insanları da seninle beraber o yola girmeye sevk et, yoksa hayatta çok başarılı olup zirveye çıkarsan etrafına bir bakarsın tamamen yapayalnız kalmışsın derdi. Bu benim için çok önemli bir öğüttür. Hep sevdiğim insanlarla beraber iş yapmaya çalışırım. Yaşanan zorluklar ne olursa olsun inandığım bir insanı da hiçbir şekilde asla yarı yolda bırakmam.”

ANTALYA’DA 6 AYDA BATTI

Üniversitede bar işletmekten organizasyon düzenleyeme kadar birçok iş yapan Arda Türkmen bir öğrenciye göre gayet iyi paralar kazanır. Ama onun gözü aslında yiyecek içecek sektöründedir.
Karşısına Antalya’da bir proje çıkar ve ilk büyük hayal kırıklığını orada yaşar:

“Çok güzel bir dükkandı. 400 metrekare bahçesi olan, denize sıfır, iki katlı… Biz burada ne yapsak tutar, değişik bir şey yapalım dedik. 2001 senesinde daha İstanbul’da bir tane Starbucks bile yokken Antalya’da bir kahve dükkanı açmaya karar verdim. Çok inovatif gelmişti bu fikir ama batmamız sadece 6 ay sürdü. O dönem anladım ki iki tane şey iş yaparken çok önemli. Birincisi fikrin ne kadar yaratıcı olursa olsun, öncelikle bu fikri satmaya çalışacağın insanların bunu almaya hazır olması lazım. O dönem kimse güne kahve içmeden başlayamam diye düşünmüyordu. Bir de ben Antalya’da bir laf öğrendim bu işte batarkan. Bana dediler ki, ‘av eve yakın olandır. Eğer avlanmak için çok uzaklara gidersen avı geri getirirken ya avı yolda elinden alırlar ya da mundar edersin.’ Ben avlanmak için taa Antalyalara gittim, hiç yaşamadığım, hiç bilmediğim bir yere. Avlanamadan da avcı diye gittik, av olduk geri geldik. O benim için çok büyük bir hayal kırıklığıydı. Bütün üniversite yıllarında çalışıp biriktirdiğim paraların tamamını kaybettim. Ciddi anlamda parasız kaldım. Cebimde kalan 3 kuruş param vardı ve ne yapacağımı bilmez vaziyetteydim. 3 ay depresyon sürecim oldu.

YA OTURUR AĞLARSIN YA DA DEVAM EDERSİN

Antalya’da battığımda önümde iki tane seçenek vardı, ya oturup ağlayacaktım, ya da bir şekilde silkinip yola devam edecektim. Ben hayattaki zorluklardan ders alınarak daha da güçlenerek çıkıldığını düşünenlerdenim. Ciddi bir hayal kırıklığıydı ve yaşım çok gençti. 26 yaşımda bütün hayatım boyunca biriktirdiğim parayı taşa toprağa gömüp hayal kırıklığıyla geri gelmek insanı yıkıyor. Ama öğrenerek daha da güçlenebilirsin ya da oturup ağlarsın. Oturup ağlamanın bir faydası yok bu hayatta. Ben oturup ağlayan insanlara üzülmüyorum, bu yaşadıklarından ders çıkaran insanların hayatına dah da katma değer kattığını düşünüyorum, bana aynen öyle oldu. Ben orada kazandığım deneyimimi batırdığım paraya yeğlerim. Çünkü orada batırdığım paranın mislini, sonraki attığım adımlarda daha da çok kendime bir şeyler katarak fazlasını hayatıma soktum.”

ROKA YILLARI BAŞLIYOR

“Bu hayatta benim kendimle ilgili en fark edilir özelliğim baktığım şeylerdeki farklılığı görmek. Bazı insanlar bakar, bazı insanlar görür. Hepimiz aynı yere bakarız hepimiz farklı şeyler görürüz. O dönem evde otururken ve rahmetli babamdan kalan şeyleri incelerken şunu gördüm. Oteller yaklaşık 20 yıldır aynı menüleri satıp duruyorlar. Bir tike köfte, çiçek sosis, ızgara şu bu, cips çerez… Dedim ki, burada çok ciddi bir boşluk var, ben sürüden ayrılmadan farklılaşabilirim. Yani tek başına dağlarda gezen tek başına bir koyun olup da kurda kuşa yem olacağıma, bu sürünün içinde daha farklı bir koyun olabilirim ve sürüye yön verebilirim.

Askere gittim, Denizli’de askerliğimi yaptım. Zor bir askerlik yaptım fakat düşünecek çok vaktim oldu. Ben de kafayı hayatı sorgulayıp her şeye isyan etmek yerine acaba ben buradan nasıl çıkabilirim diye düşündüm. Döndüm, döndüğümün 6’ncı günü şirketi kurmayı karar verdim, o şirketin adı Roka’ydı. Çıkma mutfak eşyaları, kara fırın, paslanmaz tezgah, her şey ilkel… Seyrantepe’de bir binanın ikinci katında Roka’yı kurduk. Bir davet şirketiydi Roka, outsite catering yapmaya başladık. Benim geçmiş yıllarda insanların üzerinde kredim vardı. Herkes şunu derdi, ‘Arda mı, Arda yapıyorsa hakkıyla yapar.’ İlk işim bin kişilik bir davet. Dedim ki bana kimse böyle bir davet vermez, pat diye verdiler. Çünkü arkadaşım bana çok güveniyordu. O işi hakkıyla yaptım, kazandığım parayla hemen krediye girip minibüs aldım. 2003 yılında krediye başladım, 2021 yılına kadar dönerek devam etti. Onu kapat başka al, onu kapat başka al ve bugüne kadar geldiğim yaptığım bütün restoran ve yaptığım bütün işlerde o başladığım kredi bugünlere kadar üzerine katlana katlana geldi.”

HİÇ BİR İŞTEN GOCUNMAM

Arda Türkmen işinde başarılı olabilmek adına çok çalışan ve bundan hiç gocunmayanlardan. Çalışma azmini, “Ben işimde başarılı olmak için hakkaniyetli yoldan çalışmak adına gerekirse denize dalar kum çıkarırım, gerekirse uzaya gider taş toplarım. Benim hayat mottom budur. Yerin silinmesi gerekiyorsa silerim, ağacın budanması gerekiyorsa budarım, örtünün yıkanması gerekiyorsa yıkarım, bulaşığa girmem gerekiyorsa girerim, sabah 6’ya kadar ayakta kalmam gerekiyorsa kalırım. Hiçbir işten erinmem, hiçbir işten de gocunmam. Bu dediklerimin hepsini de yapmış bir adamım. Benim hayat felsefem bu.” diyerek anlatıyor.

Roka’nın nasıl büyüdüğünü anlatan Türkmen, burada da çalışmanın ve pes etmemenin önemine vurgu yapıyor:

“Çok düşük kapasiteli bir firmaydık ama pes etmemeyi ben orada öğrendim. Sapanca’da İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin 500 kişilik yemeğini yapıyoruz. Müzik sektöründen bir arkadaşım aradı dedi ki, ‘Arda bir konser yapacağız ve bu konserin yemeklerini senin yapmanı istiyorum.’ Dedim ki yapamam çünkü kapasitem dolu. ‘Bunu yap bundan sonraki bütün işleri alacaksın’ dedi. Peki dedim, Sapanca’daki işten her halde 200 kilometre süratle hiç durmadan gazlayarak altımda minibüsle geldim, diğer işi kurdum, yaptım ve hakikaten beni unutmadılar. Müzik sektörüne girişim öyle oldu. Küçük bir konserle başladım, arkasından o konseri bu konseri derken Türkiye’de yapılan bütün stadyum konserleri ve yabancı sanatçıların hepsinin yemeğini yapmaya başladım. U2’dan Depeche Mode’a, Metallica’ya Bon Jovi’ye kadar… O dönem bütün yabancı sanatçılar bizim elimizden yemek yiyordu.

METALLICA’NIN 70 SAYFALIK YİYECEK MENÜSÜ

Metallica işi de enteresandır. Bir gün telefonum çaldı ve bir Alman firma beni aradı. Biz Metallica konseri için sizinle görüşmek istiyoruz dedi. Kesin bir arkadaşım dalga geçiyor, makara yapıyor diye düşündüm. 4 ay sonra İstanbul’a geleceğiz görüşeceğiz dedi. Dedim ki siz ciddi misiniz? Hala inanamıyorum. Meğer beni Depeche Mode’un turne menajeri tavsiye etmiş. O kadar mutlu ayrılmış ki, Türkiye’de çalışacaksanız ya bununla çalışacaksınız ya kimseyle çalışmayın demiş. Metallica’nın sadece yemek rayları 70 sayfaydı. 70 sayfalık yiyecek, içecek istekleri vardı ve bunları temin etmek öyle kolay değil. Türkiye’de olmayan malzemeler de var, ben o dönem protein bar bulmak için kapı kapı dolaştığımı biliyorum.

U2 Atatürk Olimpiyat Stadı’nda konser verirken ve biz de topyekün bütün ekiple girmişken, sabahleyin bir telefon geldi. Bono akşam ailesi için 100 kişilik kuzu çevirme istiyor dediler. Ya Bono nereden kuzu çevirmeyi bilecek? Dediler ki şaka değil, istiyor. Yahu dalga mı geçiyorsunuz, kafayı mı yediniz nereden bulacağız? Ama benim işim bu, ben her zaman çözüm üretirim. Sabahleyin saat 11’de beni aradılar akşam 8’de kuzu çevirme diye. Hemen Seyrantepe’ye gittim demirciye, elimle çizdim, bana dedim hemen bu demiri kesiyorsun, bunları kaynaklıyorsun, 3 ayak demir yaptık. Aldım onları attım minibüsün arkasına gittim Olimpiyat Stadı’na. Briketlerle yeri çevirdim, kasaba da kuzuları söyledim, çevirmeye başladık. 4 saat çevirdim, akşam saat 8’de 4 tane kuzu çevirmeden 100 kişilik masa kurduk.”

ISSIZ ADAM FİLMİ İLE LEBNON PATLADI

Arda Türkmen’in asıl patlamayı yaptığı yer ise Lebnon ile oluyor ve elbette ki orada çekilen Issız Adam filmi ile. Bir taraftan bu hikayeye ‘Ne kadar da şanslı, gelip onun restoranında film çekmişler’ diye bakılabilir ama o işler o kadar da şansla olmuyor. Öncesinde çok büyük çaba, emek ve ısrar var. Türkmen, şöyle anlatıyor:

“Catering işi yaparken Tepebaşı’nda çok güzel bir dükkan buldum. Ben hemen hayalimdeki restoranı kurdum oraya ama mal sahibi bir türlü vermiyor. Gittik, anlattım derdimi, ‘yok Ardacım vermeyeceğim, orayı kendim için tutuyorum’ diyor. Ama ben inatçıyımdır, en büyük özelliklerimden bir tanesi de o. Komodor Ejder’ini bilir misiniz? Avını ısırır ve 24 saat peşinden gider.

Teşekkür ederim dedim ayrıldım. Pazartesi sabah 10 gibi aradım, haftaya Pazartesi bir daha. Tam 8 ay her pazartesi sabahı aradım bana bu dükkanı ver diye. Bir gün telefonu ‘Ardacım gözün aydın, sattım dükkanı, alan arkadaş kiraya verecek’ diye açtı. İşte Lebnon öyle doğdu. Bana hep insanlar şansa inanır mısın diye sordular. Bence şans cesur olan insanlara daha bir aşıktır ve onlarla beraber gelir. Daha doğrusu evde oturup camdan dışarı bakıp güzel bir hayatım olsun diye hayal edeceğine evden dışarı çıkıp bu güzel hayat için savaşman lazım. Evde oturursan çok şanssızım diyemezsin ama dışarı çıkıp savaşırsan işte o zaman bundan bahsedebilirsin.

ÖNCE EMEK SONRA ŞANS

Ben Roka yıllarında yapımcı Mustafa Oğuz’la tanıştım, Most Production. Mustafa Bey bana birkaç tane güzel iş verdi, ondan sonra da hep yapılması zor işler verdi. Ben de hiçbir gün Mustafa Bey’e ‘hayır ben bu işi yapamam’ demedim. En sonunda da bir gün Mustafa Bey’in yapımcılığını yaptığı filmi benim restoranımda çekmeye karar verdiler. O film Issız Adam’dı. Issız Adam, Lebnon’da çekildikten sonra, zaten güzel iş yapıyorduk ama birden dükkan patladı. Bana herkes dedi ki ‘ya ne şanslısın.’ Öyle olmuyor işte. Sen onca yıl bütün o işleri yapacaksın, o yollardan geçeceksin, gece sabah 4’lere kadar Mustafa Bey’in istediği her şeyi yapacaksın, sonra bir gün Mustafa Bey’in çekeceği film senin dükkanında olacak, yollarınız kesişecek yeniden, o film de patlayacak.. E bu şans değil ama… O dükkandan kazandığım parayla borçlarımın büyük bir çoğunluğunu ödedim, Roka’daki işlerimi büyüttüm, ikisi beraber çok iyi gitti.”

TELEVİZYONCULUK YILLARI

Arda Türkmen’i Türkiye’nin geneline tanıtan ise Arda’nın Mutfağı adlı televizyon programı oldu. Tabi o zamanlar daha Master Şef’ler filan yok, şeflik diye de bişey pek yok aslında. Bugünlerde herkes kendi çapında zaten şef, en kötüsü kendi mutfağının şefi.. Şimdi de o işlerin nasıl başladığına bakalım… Arda Türkmen o dönemi şöyle anlatıyor:

“Yine bir gün telefonum çaldı, bir asker arkadaşım. Dedi ki yanımda bir arkadaşım var ve bu işi yapman lazım. Özlem Hanım diye birisini speaker’a aldı ve o da bana 50 kişilik bir iş söyledi. Ama söylediği paradan yaparsam külliyen zarar ederim. Bana, ‘benim bu kadar param var, bu işi yap seni unutmam’ dedi. Dedim ki Özlem ben bunları çok duydum. Hayır dedi, ben seni unutmam. Neyse ben o işi zorlanarak hiç para kazanmadan yaptım ve hakikaten Özlem beni unutmadı, sonra bana bütün catering işlerini verdi. Sonra bir gün kendisi eski bir TV yapımcısı olduğu için, bana bir televizyon programı yapmak istedi. Başımda zaten bin tane dert var, televizyonla filan uğraşamam. Ama Özlem de benim gibiymiş, hem ikna kabiliyeti yüksek, hem de bir şeye inandı mı sonuna kadar giden. 6 ay aradı beni hadi bir demo çekelim, hadi bir program yapalım diye. O kadar ısrar etti ki, hadi bi demo çekelim dedim. Ama izlemedim bile.

Bana demonun CD’sini verdi, çantama koydum. Sonra o çantayla başka bir toplantıya gittim. Toplantıda müşteri bana ‘bu sene televizyona yatırım yapacağız, televizyonda bildiğin iyi bir yemek programı var mı’ diye sordu. Ben de çıkardım CD’yi çantadan verdim. Bir saat sonra beni aradı, ‘şaka mı yapıyorsun çok yeteneklisin, olağan üstü, hemen konuşalım’ diye. CNN Türk’e gittik, Aslı Öymen. Aslı Hanım dedi ki ‘gönlünü kırmak istemem ama biz dış yapım almayız, biz kendi iç yapımlarımızı yaparız, o yüzden hiç gerek yok. Ama gönlün kırılmasın, bir izleyeyim.’ 3 saat sonra Aslı Hanım aradı, ‘sen bu işi daha önce yaptın mı? Ne kadar yetenekli olduğunu biliyor musun, biz seninle kesin bir şey yapacağız, hemen atla gel’ dedi. Atladık gittik, bir toplantı yaptık, 3 hafta sonra yayındaydı program. Arda’nın Mutfağı da işte tam böyle başladı.”

HAYATININ KIRILMA ANLARI

Genç yaşında çok işler başaran, bazen de batıp dibe vuran şu anda Türkiye’de hemen herkesin bildiği bir isim olan Arda Türkmen için hayatta önemli kırılma anları var. Yukarıda zaten parça parça okuduğunuz o kırılma anlarını şöyle anlatıyor:

“Babayı çok erken yaşta kaybetmek, Roka’nın kuruluş hikayesi, ilk aldığım iş ama sanırım bütün bunların yanı sıra benim kırılım hikayem Roka döneminde muhtemelen o konser işine evet demek.
Arkasından bütün konser kapıları açıldı. Arkasından Özlem’le tanıştığım o işe evet demek. Şu anki ortağım İsmet’le tanışmam… Sanırım bütün kırılım anlarının bir tane temel ve altı çizilecek şeyi var, asla geri adım atmamak ve asla pes etmemek. Çünkü pes edeceğin anlarda bile güç bulup bir daha adım atarsan etraftaki herkesten farklılaşıyorsun.”

Peki Arda’nın en sevmediği şey ne? Şöyle anlatıyor…

“Laçkalığa hiç tahammül edemem, laubaliliğe. Ben elime ne iş alırsam en iyi şekilde yapmaya çalışırım. Bugün buradan çıkayım, Arda Türkmen olarak değil ama Arda olarak pazara çıkayım limon satmak için, herkesten iyi satırım. Elimden gelen ne varsa koyarım ve onu düzgün bir şekilde satana kadar da rahat etmem. Hedefim oysa, bunu yapmak için elimden gelen her şeyi yaparım.

Bazı insanlar çok kolay para kazanmayı seçiyor. Seviyor. Kim sevmez, ben de severim. Ama ben hiç öyle kazanamadım. Ama bu benim genetik kodlarımda var, bunun farkındayım. Ben hep sebat ederek ve çalışarak üzerine bir şeyler koyarak gelmiş bir insanım. Kolay yoldan para kazanacağımı hiçbir zaman düşünmüyorum.”

BABAM GÖRSE ÇOK MUTLU OLURDU

Arda röportajında babasını da bir kez daha anmadan geçemiyor:

“Babam beni görmüş olsaydı muhtemelen çok mutlu olurdu. Hayat, idealler ve bir evlattan beklediği şeylerin büyük bir kısmını onun için yerine getirebildiğimi düşünüyorum. Çok iyi bir insandı, iyi bir insan olmamı isterdi. Ben özümde iyi bir insan olduğumu düşünüyorum. İş hayatımda ve kariyerimde başarılı olmamı ve onu geçiyor olduğumu görmemi isterdi. Ona yaklaşabildim mi bilmem ama en azından onun yolunda başarıyla gidiyor olabilmemden dolayı gurur duyardı. Hala onun arkadaşlarıyla bir araya geldiğimizde bu sohbeti yaptığımızda onlardaki o gururu hissettiğimde babamın neler hissedeceğini düşündüğüm için evet çok mutlu olurdu diye düşünüyorum.”

spot_img

SON YAZILAR

BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR