Storybox / Özel Röportaj
Abdullah Kiğılı’nın hikayesi Sultanhamam’da küçük bir kumaşçı dükkanında başlayan bir hikaye. Kumaşçı babanın kumaşçı oğlu olmaya giden yolda yaptığı tercihler, aldığı riskler, tesadüfler, ailesini karşısına alma pahasına gizli açılan dükkanlar ve mağazacılık onu Türkiye’nin hazır giyim devine dönüştürdü. Kiğılı çocukken arşınladığı Sultanhamam sokaklarında bugünleri hayal eder miydi bilinmez ama şimdilerde 200’den fazla mağazası, 5 bini aşan çalışanı ve 50 ülkeye ihracatıyla adeta bu işin kralı. Kiğılı, kumaşçı dükkanından başlayan ve onu bugünlere getiren hikayesini Storybox’a anlattı…
ÇIĞIRTKANLIKLA BAŞLAYAN İŞ HAYATI
Kiğılı’nın iş hayatı, şimdilerde büyük iş insanları olan birçokları gibi çocukken başlıyor. İstanbul Erkek Lisesi’ne giderken babasının orta birinci sınıfın yaz tatilinde elinden tutup götürdüğü Kapalıçarşı’da ona verilen görev, çığırtkanlık yapmak. Sabahtan akşama kadar “Mantoya bak bayan, bayan mantoya bak mantoya” diye bağırıp kadınları dükkana çekmeye çalışıyor. Tüm orta okul hayatı boyunca da yazları bu işi yapıyor.
Liseyi bitirdikten sonra ise üniversite okumayı planlarken, babasının rahatsızlığı hesapları değiştiriyor ve kendisini iş hayatının içinde buluyor. Profesyonel olarak çalışmaya başladığı ilk yer babasının Sultanhamam’daki kumaşçı dükkanı. O sırada takvim yaprakları bundan tam 57 yıl öncesini, yani 1965 senesini gösteriyor.
Abdullah Kiğılı bir taraftan babasıyla çalışmaktan memnun ve aile olarak hallerine şükrediyorlar ama bir taraftan da gözü dışarda. Bu kumaş işini nasıl daha iyi yapabilir, nasıl sıradanlıktan kurtulabilirler onu araştırmaya başlıyor. Tabi ki ilk baktığı yer komşu esnaflar. ‘Onlarda nasıl bu kadar güzel kumaşlar var da bizde yok? Acaba bunları nereden alıyorlar’ sorusu belki de kendisini Türkiye’nin en büyük hazır giyimcilerinden biri olmaya götüren yolun ilk taşlarını döşüyor.
Kiğılı’nın ifadesine göre o zamanlar tekstil piyasasında Museviler çok etkili. Ticaretleri de güzel. ‘Hiç unutmuyorum’ diyor Abdullah Kiğılı ve şöyle devam ediyor:
TAKILDIM PEŞİNE TAKİP ETTİM
“Tam karşımızda Suraski diye bir mağaza var. Ortaklarından Reytan Suraski’yi takip etmeye başladım. O nereye gidiyorsa peşindeyim. Bakıyorum hep kumaş mağazalarına, kumaş fabrikalarına gidiyor. Hepsini not ettim. Daha sonra da ben gitmeye başladım. Kendimi takdim ediyorum etmesine ama daha 22-23 yaşlarında çoluk çocuğuz. Ama yavaş yavaş o iyi yerlerden biz de kumaş almaya başladık. 6 ay sonra bir baktık ki bizim kumaş mağazası en iyi kumaş satan bir yer haline geldi.”
AİLEDEN GİZLİ BEYOĞLU’NDA MAĞAZA AÇTI
Abdullah Kiğılı kumaş kalitesini yükseltiyor yükseltmesine ama gözü kendi dükkanlarının bulunduğu yer olan Sultanhamam’da değil, Beyoğlu’nda. Çünkü en iyi mağazalar, en iyi kumaşlar ve en zenginler orada. Ama aileyi Beyoğlu’nda dükkan açmaya ikna etmek kolay değil. Çünkü Beyoğlu gündüz ticaret merkezi tamam ama işin şekli akşamları biraz değişiyor. Ancak Kiğılı ne yapıp edip orada bir dükkan açmayı kafasına koymuş: O günleri şöyle anlatıyor:pavyonlar, sazlar orda. Ben de çok gencim, muhafazakarlık da var. Evlatlarını kaybetmek istemiyorlar, ne olur ne olmaz. Bana devamlı İstiklal Caddesi’nde dükkan açmanın yanlış olduğunu ve böyle bir şeyi asla düşünmemem gerektiğini söylüyorlar. Ama ben yerimde duramıyorum, devamlı oralarda dolaşıp dükkan arıyorum.”
Bir gün emlakçı telefon açıp ona Mis Sokak’ın köşesinde çok uygun bir dükkan bulduğunu söylüyor. Hemen atlayıp gidiyor ve ev sahibinin vekili ile pazarlık yapıp dükkanı tutuyor. 1.5 ayda da dekorasyon tamamlanıyor ve ilk Kiğılı mağazası hizmete hazır hale geliyor. Ancak şöyle bir sıkıntı var; henüz ailenin bu mağazadan haberi yok… Kiğılı, açılış gününü ve sonrasını şöyle anlatıyor:
ALLAH’A SIĞINDIK, MARKAYI KİĞILI YAPTIK
“Aile o gün öğrendi ve Kiğılı mağazası açıldı İstiklal Caddesi’nde. Babam duasını okudu, içeriye girdi fakat rahatsız. 1 saat sonra ben çıkmak, gitmek istiyorum dedi. Peki dedik, aldık onu eve götürdük. Akşam aile meclisi toplandı, bu oğlan yanlış işler yapıyor, yakında ele güne muhtaç olacağız, oğlanı da kaybedeceğiz dediler. Hay Allah dedim, ne yaptık böyle gizli gizli. Aile kabul etmiyor, biz kalkıyoruz dükkan açıyoruz. Neyse ertesi gün başladık dükkanda çalışmaya. Hem kumaş koydum hem de hazır giyim satıyorum. İlk olarak gömlek yapmaya başladım. Zaten kolay bir iş, üç tane renk var; beyaz, mavi, krem. Bir gömlekçi bulduk ve tanesini 7,5 liradan anlaştık.”
Gömlek üretimi başlıyor ama markası ne olacak? Abdullah desen pek olmuyor, Kiğılı desen telaffuzu zor. “Allah’a sığındık koyun dedik, Kığılı’yı” diye anlatıyor Abdullah Bey Kiğılı markasının doğuşunu. Gömleklere etiketler basılıyor ve satış başlıyor. İşler iyi gidince pantolonu trikosu derken Kiğılı bir anda büyüyor. Herkes mutlu, ailede ağzını açan ve konuşan kimse kalmıyor bu performansı görünce.
HAYATINI DEĞİŞTİREN TELEFON
Tarihler 1971 yılını gösterdiğinde mağazaya bir telefon geliyor. İşte o telefon belki de Kiğılı’yı hazır giyimin devi olmaya götüren en önemli telefonlardan. Abdullah Kiğılı’yı arayıp ertesi gün sabah 10’da fabrikaya gelmesini isteyen, Türkiye’nin en büyük kumaş fabrikası Altınyıldız’ın sahibi Osman Boyner. Gerisini Kiğılı anlatıyor:
“Biz Altınyıldız kumaşları alıyoruz ama 30’un üzerinde toptancısı var, onlardan alıyoruz. Gidiyoruz 2-3 elbiselik kestiriyoruz, getiriyoruz mağazaya koyuyoruz onu satıyoruz. Adamın beni tanıması mümkün değil ki, yüzlerce, binlerce mağaza var Altınyıldız kumaşını satan. Acaba dedim bu işte bir iş mi var? Hemen Sultanhamam’a indim. Altınyıldız’ın en büyük kumaş bayi vardı, bana kumaşçılığı öğretmiş bir adam, Muammer Okan, benim hocamdı. Allah rahmet eylesin. ‘Abi bir telefon aldım, vaziyet böyle böyle. Osman Boyner beni bekliyor’ dedim. Güldü, ‘Doğru’ dedi, ‘Git yarın sana anlatacak.’ Biz o gece uyuyamadık.”
OSMAN BOYNER’LE İLK ÇAY
28 yaşındaki Abdullah Kiğılı ertesi gün Osman Boyner’in karşısında ikram edilen çayı biraz da utana sıkıla içmektedir. Boyner, onun çalışkanlığının methini duyduğunu söyler şöyle devam eder:
“Ben Beymen konfeksiyon mağazasını kurdum. Hazır giyim, takım elbise fabrikası. İtalya’dan dizaynır’larını getirdim ve elbiseler çıkmaya başladı. Sen şimdi benim şoförle git Topkapı’ya, ilk önce şu elbiseleri bir gör”
Abdullah Kiğılı hayatında ilk defa konfeksiyon fabrikasını görüyor ve çok etkileniyor. Bir bant sistemi var ve giren kumaş 1 saat sonra takım elbise olarak çıkıyor. Gördükleri onun için adeta hayal gibi. Çünkü o zamana kadar Türkiye’de hazır giyim diye bir şey yok. İnsanlar gidip kumaş alıyor ve terzilere diktiriyor. Bir elbise 1.5 ayda çıkıyor normalde. Şimdi ise karşısında bambaşka bir iş modeli duruyor.
Fabrikadan çok etkilenen Kiğılı dönüşte Boyner’in ‘bu ürünleri satmak ister misin’ sorusuna büyük bir heyecanla ‘evet’ diyor. Ama merak ettiği bir şey var. Halihazırda bu kadar bayisi varken neden kendisi? Cevabını Boyner veriyor:
“30’un üzerinde bayim var ve hepsi Beymen’i biliyor. Ben kiminle işbirliği yapabilirim diye sordum, neredeyse tamamı ilk senin adını verdi. Onları da çağıracağım ve senin gibi o arkadaşlara da bayilik teklif edeceğim.”
Kiğılı, Beyoğlu’ndaki mağazada bir taraftan da Beymen markalı takımları satmaya başlıyor ve bu hazır sistem çok ilgi görüyor. O dönem mal yetişmez oluyor.
AYRILMA ZAMANI GELDİ
Osman Boyner bir süre sonra Abdullah Kiğılı’yı tekrar çağırıyor ve bu kez ‘gel seninle Beyoğlu’nda ortak büyük bir Beymen mağazası açalım’ diyor. Arıyorlar tarıyorlar ve aylık 35 bin lira kirası olan bir mağazayı tutuyorlar ve satışa başlıyorlar. Abdullah Kiğılı hem Beymen’deki mağazanın başında hem de kendi Kiğılı mağazasında, iki yeri birden idare ediyor. O sırada tarihler de 1973 yılının nisan ayını gösteriyor.
İşler yine hızla büyüyor, Avrupa’ya gidip geliyorlar, oradaki modacılarla konuşuyorlar, fuarlara katılıyorlar, trendlere hakim hale geliyorlar. Bir taraftan da Türkiye’nin en elit kesimi mağazaya geliyor, Kiğılı hepsiyle ahbap olmaya başlıyor. İşler iyi gidiyor gitmesine ama o dönem Türkiye’de yıllık neredeyse yüzde 120 enflasyon var. Dolayısıyla şirket para kazanıyor ama kârlar devamlı eriyor. Abdullah Kiğılı’nın Osman Boyner’in kar payı dağıtmamasına ve sadece maaşa çalışmasına biraz canı sıkkın. Bakıyor ki bir kar dağıtım politikası yok, ayrılmaya karar veriyor ve yüzde 40 hissesinin karşılığını alıp ayrılıyor.
BİR DÖNÜM NOKTASI DAHA
İşte hayatında bir dönüm noktası daha. Aldığı o parayla ve Beymen’de işi öğrenmenin cesareti ile gidip Yenibosna’da Kiğılı konfeksiyon fabrikasını kuruyor. İhtilalden sonra başa gelen Turgut Özal hükümetinin Türk Parasını Koruma Kanununu kaldırıp gümrükleri açması, işi yeni bir noktaya götürüyor. Yurtdışından hızla makineler gelmeye başlıyor, tüm bağlantılar kuruluyor ve Türkiye’deki üretim giderek artıyor. Hatta 1985 yılında ilk ihracat gerçekleşiyor.
1994 yılına kadar ihracat tarafı hareketli gidiyor ama karlılık biraz düşük. 1994’ten sonra iç piyasaya yoğunlaşmaya başlıyorlar. Günde 50 takım elbise dikerken bu sayı 500’e kadar çıkıyor.
21 NİSAN KARARLARI SONRASI MAĞAZACILIK
O dönem Türkiye’deki bayi sayısı da 500’ü geçiyor. Ancak Tansu Çiller hükümeti dönemindeki 21 Nisan kararları hem doları hem faizi patlatınca piyasa bozulmaya başlıyor, ticari ahlak zayıflıyor. Herkes borcunu öteleyip repodan kazanmanın peşinde. Kiğılı bunun üzerine bayilik sistemini kaldırıyor ve çok az bayiye mal verip yeni bir dönemi başlatıyor: Mağazacılık… O günleri şöyle anlatıyor:
“O dönem AVM’ler açılmaya başlamıştı. İlk mağazayı Galeria’da açtık, arkasından Akmerkez. İstanbul’da Capitol, Carusel, Ankara, Antalya… AVM’lerin hepsine girdik. Hızla mağazacılığa başladık. Kendim yapıyorum, kendim yaptığım ürünleri kendi mağazamda satıyorum. İşler büyüyor, AVM’ler dolu, güzel para kazanıyoruz. Derken bir gün iş büyük bir patlak verdi…
“Hiç unutmuyorum, 19 Şubat 2001 günü Türkiye’nin kara günüdür. Hani cumhurbaşkanına bir kitapçık fırlatıldı falan dediler. Birden bire dolar 1000 lirayı buldu, finans sektörü batma noktasına geldi, müthiş sıkıntı var. Dükkan kiraları da dolarla bir taraftan. O parayı nasıl ödeyeceğiz? İşler de kesildi, işler stop.”
KRİZDEN ÇIKIŞI NASIL BAŞARDILAR?
Peki bu krizden nasıl çıkılacak? Önce sektörden üç işi bir araya gelip mağazacılık yapan 50 kişiye bir mektup yazıyor ve buluşmak istediklerini söylüyor. Buluşmaya tam 70 kişi geliyor ve AVM’lerdeki dolarla kira işini halletmek için aralarından 7 kişilik bir heyet oluşturuyorlar. Önce kira işini doları 750 liraya sabitleyerek çözüyorlar. Ardından işleri canlandırmak için fiyatları maliyetlerine çekip satışlara başlıyorlar ve bunu büyük bir reklam kampanyası ile duyuruyorlar. Böylece çarklar yeniden dönmeye başlıyor, piyasaya para giriyor, kiralar ve maaşlar ödeniyor. Kampanya o kadar tutuyor ki, müşterilere mal yetişmiyor. Kiğılı imalata tekrar başlıyor ve istihdam da artıyor.
Sonraki dönemlerde mağazacılık tarafı artan AVM’lerin de etkisiyle hızla büyüyor ve Kiğılı gelinen noktada 70’in üzerinde şehirde 200’den fazla mağazaya ulaşıyor. Çalışan sayısı 5 bini aşıyor, ihracat yaptığı ülke sayısı 50’ye çıkıyor.
HAYAT BANA TEK BİR ŞEY ÖĞRETTİ
Peki şöyle bir geriye dönüp bakıldığında Kiğılı’nın öğrendiği en önemli şey neydi? Şöyle cevap veriyor:
“Hayat bana bir şeyi öğretti. Bildiğin işi yap. Benim 55 senemi buna verdim. Benim en iyi bildiğim iş erkek giyim. Benim arkadaşlarımın birçoğu hiç anlamadığı işlere girdiler. Mesela ben isteseydim enerji işine girerdim. Günün en moda işi, bastır parayı yatır, 3 sene sonra köşeyi dön. İyi de ben bilmiyorum ki, enerji nasıl olacak, yatırımı nasıl olacak. İnşaata gir, yatır, 3 sene sonra köşeyi dön, e onu da bilmiyoruz. Benim yanılma payım ya yüzde 2 ya yüzde 3. Yüzde 5 olmaz yani. Bildiğim işi yapıyorum kardeşim. Beni patron diye görüyorsun ya, ben patron falan değilim. Ben her gün sabah saat 10.00 deyince işin başındayım. Akşam 6’ya kadar çalışıyorum. Yaş 77. Bu dinamizm beni güçlendiriyor.”
Kiğılı patronlar için bir sır daha veriyor: Patron moralini bozmayacak… Şöyle anlatıyor:
“Patron moralini bozmayacak kardeşim. Eğer ben buraya moralsiz gelirsem, yüzüm gülmeden gelirsem, benim yanımda çalışan bunu görürse o da aynı şekle bürünüyor. ‘Demek ki işler kötü gidiyor, patron moralsiz’ diye düşünüyor ve sıkıntı başlıyor. Türk insanı böyle maalesef. Onun için ben işe hep moralli gelirim.”
PATRON ÇOCUKLARINA BİR UYARI
Kiğılı’ya göre iş hayatında güven çok önemli: “Marka eşittir güven. Hepsi bu.”
Bir uyarı da patron çocuklarına: “Ben yokluktan bugünlere geldim. Varlıktan gelseydim, olmazdı. Varlıklı kişilerin dikkat etmesi lazım. Bir baba zengin, o varlığını oğluna devrediyor, onun daha dikkatli hareket etmesi lazım. Çünkü alın teriyle kazanılmayan parayı harcamak kolaydır. Ben alın terimle kazandığım için harcamam da zor. Ben lüks bir cipi anca 10 sene önce aldım. 55 senedir çalışıyoruz zor bela bir cip aldık.”
İş hayatına sıfıra yakın bir yerden başlayıp sektörün en tepesine çıkan Kiğılı, hikayesini Kiğılı Anayasası’na bağlayıp bitiriyor. Aileden de olsa kimse gelip şirkette hazıra konamıyor, önce hak etmesi lazım:
“Şimdi en büyüğü 32 yaşında 3 torunum işe başladı. Kiğılı’nın bir anayasası var. Öyle elini kolunu sallayıp da ‘ben burada çalışmaya başladım’, yok öyle. Önce gidip dışarıda çalışacaksın. Mesela ilk torunum Teknosa’da, diğeri Finansbank’ta çalıştı. Hatta bankada 1,5 sene çalıştıktan sonra zor bela koparıp şirkete aldık. Eğer burada çalışmayı arzu ediyorsa, çalışacak. Kendi başına iş yapmak isteyen varsa da buyursun yapsın, zorlayan yok. Gelen kişi en alt basamaktan başlayacak, kartvizit hanesi boş. Bulunduğu yerde bir tecrübe kazandıktan sonra kendi kartviziti olacak, altında o yazacak. Öyle kolay değil.”