Storybox / Özel Röportaj
Temelleri 1970’li yılların başında Ahmet Çokyaşar tarafından atılan Çokyaşar Holding, çelik tel, halat ve galvanizli ürünler sektöründe Türkiye’nin en büyüklerinden biri. Ahmet Çokyaşar’ın adeta yokluktan var ettiği holding, 4 fabrikasında bin kişiden fazla insana istihdam sağlıyor. 72 yıldır aralıksız çalışan ve ‘çalışmaktan başka çarem yoktu’ diyen Çokyaşar, hayat hikayesini Storybox’a anlattı.
1938 yılında Malatya Darende’de doğan Ahmet Çokyaşar, babasını hiç tanımadan geçen hayatında ilkokuldan itibaren çalışmaya başlamış bir isim. Darende’deki olanaksızlıklar nedeniyle 10 yaşındayken amcasının olduğu Adana’nın yolunu tutan Çokyaşar, Ceyhan’da bir bakkal dükkanında çıraklıkla iş hayatına başlar. Elazığlı İbrahim Çavuş’un kendi bahçesindeki bakkal dükkanı onun hem evi hem işi olur. Bakkalın sahibi o döneme göre varlıklı bir insandır ve bakkal dükkanını da biraz da keyiften işletmektedir. Ahmet Çokyaşar henüz çok küçük yaşlarda olmasına karşın patronun güvenini kazanır ve mal alımlarını da bir süre sonra kendisi yapmaya başlar. Tabi bakkal dediğimize bakmayın, o dönemin şartlarında içerisinde herşey satılan dükkanlar bunlar.
İbrahim Çavuş bir gün kendisini çağırır ve ortak yapacağını söyler. Hemen amcasını çağırır ve ortak olarak 4-5 sene boyunca dükkanı işletir, bu sırada Adana piyasasını da daha küçük yaşlarda iyice tanımış olur.
ÖNCE İLÇEYE SONRA ADANA’YA
O sırada Adana’da İmamoğlu köyü çarşısı pazarı ve ticaretiyle çok daha hareketli bir yerdir. Çokyaşar da gözünü oraya çevirir. Dayısıyla ortak olup çarşıda pazarda ürün sata sata bölgeyi ve ticaret öğrenir. Bakkal dükkanını bırakıp İmamoğlu’nda bir dükkan tutar. İşler iyi gider, sonra askerlik zamanı gelir.
1963 yılında askerden gelince çıtayı biraz daha yükseltir ve Adana merkeze gitmek ister. Aklı Adana’da nalburiye işi yapan amcasının oğlundadır. İmamoğlu’nu dayısına bırakır ve Adana’da toptancılar çarşısında bir mağaza tutar. Adana’daki iş büyüyünce ve günde 8-10 kamyon mal ticaretine ulaşınca İmamoğlu’ndan tamamen çıkarlar.
O sırada en fazla sattıkları ürün olan ve damların üzerine çakılan galvanizli saçların üretimini yapabilir miyiz diye düşünürken bir arkadaşı alüminyum işine girmesini önerir. Bunun üzerine 30 yaşında İstanbul yolları gözükür. Şöyle anlatıyor:
İLK FABRİKA EYÜP’TE
“Gittik, Tahtakale’de üç katlı bir mağaza kiraladık. Her gün sabahleyin 8-10 kamyon araba kiralıyorum, sabah 5’te başlıyoruz 11’de bütün iş bitiyor. O sıra Eyüp Akarçeşme’de bir çivi fabrikası var, adamın bütün malını alıyorum. Bir gün bana ‘Dostum ben bu fabrikayı satacağım’ dedi. 10-15 dakika sürmedi, el sıkıştık, pazarlık ettik, adamın fabrikasını aldık. Sanayiciliğe böylece başlamış olduk.
Daha sonra Bayrampaşa’da bir alüminyum fabrikasının satıldığını duyduk, orayı da aldık. Hastalık bu sanayicilik.”
Ahmet Çokyaşar’ın işleri giderek iyileşmektedir. Öyle ki talep, arzın çok ötesine geçmeye başlamıştır. Özellikle Adana pazarı kendisinden devamlı tel talep etmektedir. O dönem Adana’da bir tesis kurmaya karar verirler ve buradaki eski makineleri götürüp kurarak arsa sahipleri ile ortak bir şekilde çalışmaya başlarlar.
Adana’da işler iyi gidince, bir fırsat daha çıkar. Tel sektöründe mal verdikleri bir firma sıkıntıya girince, alacaklarına karşılık önce o fabrikayı alırlar, ardından da Düzce’de bir arazi alıp fabrikayı oraya taşırlar.
2018 yılında holdingleşen Özyaşar şu anda tel galvaniz, otomotiv, tarım, panel ve alüminyum sektörlerinde biri yurtdışında dört fabrika ile yoluna devam ediyor. Bin kişiden fazla bir istihdam sağlayan şirket, ürünlerinin yüzde 80’ini yurtdışına ihraç ediyor.
72 SENEDE BİR DEFA TATİL YAPMADIM
Hayatı çalışmakla geçen Çokyaşar, ‘başka da çarem yoktu’ diyerek hayatını özetliyor:
“Ne lider olmayı düşündük, ne yönetici. Hep dediğim gibi, doğduğumuz günden beri çalıştık. 72 sene çalıştım. “Sen ahmakmışsın, deliymişsin” dersin ama, 72 senede bir defa tatil yapmadım. Antalya’ya gidelim, bilmem şuraya gedelim buraya gidelim, hiç öyle bir şeyim olmadı.
Aynen işe başladığım gün gibi, her gün buraya geliyorum. Eskiden sabah 5’te gelirdik, şimdi saat 10.00’da geliyorum. Ama artık pek işe karışmıyorum. Çocuklarımız var, torunlarım var, hepsi işin başında. Öyle sağda solda, haylaz olup gezen kimse yoktur, herkes işine sahip çıkıyor. Ben de geliyorum burada, dostlarımla arkadaşlarımla sohbet ediyorum. Ben hiç evde vakit geçiremiyorum. Cumartesi dahi, buraya en azından gelir şöyle bir dolaşırım. Gücüm kuvvetim gittiği müddetçe, Allah bana nefes verdiği sürece her gün gelir giderim. Makinenin sesi bana müzik sesi gibi geliyor.”
DÜNYA İKİ KAPILI BİR HAN, BİRİNDEN GİRDİK BİRİNDEN ÇIKIYORUZ
Çokyaşar 72 yıllık çalışma hayatı boyunca dürüstlükten hiç ayrılmadığını ve işçilerini her zaman evlat gibi kabul ettiğini anlatıyor:
“Ben hayatım boyunca dürüstlükten hiç ayrılmadım. Bütün işçilerime evlat gibi kabul ettim. Yani onlara böyle kırıcı hareketim olmadı, herkese elimden geldiği kadar, onların ihtiyaçlarını görmekte ne bileyim, bir takım sıkıntılarında hep yanında olmaya çalıştım. Mesela Değirmenköy’dei bu fabrikaya geldiğim zaman bu köyde başka fabrika yoktu. Belediye başkanı derenin öbür tarafında bütün bizim işçilerimize çok ucuza arsa dağıttı. Aşağı yukarı bizde çalışan işçinin yüzde 80’i 90’ı oraya ev yaptı. Şimdi bazen ben oraya gittiğim zaman, bundan gurur duyuyorum. Bazen düğünleri oluyor davet ediyorlar, halim de yok gidecek ama gidiyorum. Gittiğim zaman bende çalışan bütün işçiler yanıma geliyor, halimi hatırımı soruyor. Ben ondan çok büyük mutluluk duyuyorum. Elhamdülillah kimsenin bedduasını almadım.
Hayat hikayemiz, bir yerden geldik, bir yerden çıktık. Bir şey kalmadı ki, hep gitti… Evlatların birine sormuşlar, “Dünyayı nasıl buldun” diye, “iki kapılı bir han, birinden girdim, birinden çıktım” demiş. Bizimki de öyle, birinden başladık, sonuna geldik. Hayatımız boyunca çok çalıştık ama çok büyük sıkıntı görmedik hamdolsun, öyle bir üzücü hadisemiz olmadı. “
Çokyaşar çok sıkıntıya girmedik dese de iş hayatında zorlandığı bazı dönemler de olmuş. Tabi şimdi hepsi çok geride kalmış ama yıllar önceye gidince zor dönemlerden geçtiği de belli. Şöyle anlatıyor:
“Bir tarihte ticaret yapıyoruz, hem imalat hem de dışarıdan demir getiriyorum. 3 ay 4 ay vadeli demiri getiriyorum, dolar bazında borçlanıyorum, Türkiye’de TL bazında satıyoruz. Cumhurbaşkanı Sezer’in Ecevit’e defter attığı bir gün vardı, bir günde banka faizleri yüzde 2500’e çıktı. Dolar fırladı gitti. Bizim de borcumuz dolar bazında, bir anda 3-4 kat arttı. O dönem bankadan da paranı alamıyorsun, çekini kullanamıyorsun, kilitlendi yani, sistem kilitlendi.
O zaman avukatın bize bir önerisi oldu, dedi ki, “Kardeş siz bu işin içinden hiç çıkamazsınız”, “Ne yapacağız” dedik, malları satmaya karar verdik. Çocukları topladım, ‘belki hanımlarınıza çok zor gelir, size de zor gelir. Ama zor da gelse, neyiniz varsa, fabrikayla oturduğumuz şu dükkanın haricinde neyimiz varsa satacağız, ne verirlerse, ucuz pahalı demeyeceğiz. Kim ne veriyorsa satacağız’ dedim.
Adana’da evler arsalar, Zeytinburnu toptancılar çarşısındaki mağazalar… Birkaç gün içerisinde sattık, borçlarımızı ödedik. En çok acı çektiğimiz günlerden bir tanesi bu oldu.”