Türk tarımına umut ışığı / Ebru Baybara Demir’in hikayesi

Storybox / Özel Röportaj

Hayallerimin peşinden Mardin’den İstanbul’a giden bir babanın üçüncü kız çocuğu Ebru Baybara Demir. Ancak Ebru Baybara Demir’i hem Storybox’a hem de bir çok mecraya taşıyan hikaye onun Mardin’e geri dönmesi ve orada başardıkları. 1999 yılında eşiyle Mardin’e dönen ve aldığı turizm eğitimini aşçılıklar birleştirerek şehrin bir gastronomi merkezine dönüşmesinde büyük payı olan Demir, şimdilerde çok daha önemli bir projeyle gündemde. Gastronominin içine girdiğinde toprağın ne kadar değerli ve önemli olduğunu fark eden Demir, Türkiye’nin topraklarını iyileştirmek ve kurtarmak adına büyük bir işe girişti. Pazarlardan topladıkları atıklarla kompost yapıp toprağı iyileştiren ve Türkiye’nin gübtreye ihtiyacını azaltmayı hedefleyen Demir’e destek de çığ gibi büyüyor. Hem yerel belediyeler hem siyaset hem bürokrasi hem de gönüllü desteği Türkiye’nın topraklarına yeni bir umut taşıyor. Ebru Baybara Demir, tarımı kurtarmayı hedeflediği ve giderek büyüyen projesini Storybox’a anlattı.

DEPREMDEN SONRA KÖKLERE DÖNÜŞ

Aslen Mardinli olan ancak İstanbul’da doğup büyüyen Ebru Baybara Demir profesyonel bir turist rehberi. 1999 yılında Marmara depreminden sonra turizm bitme noktasına geldiği için aynı zamanda meslektaşı olan eşiyle işsiz kalan Demir, köklerine gitmeye ve orada turizm yapmaya karar veriyor. Turizmin neredeyse hiç olmadığı Mardin’de böyle bir adım atmak çok zor olsa karar verip gidiyorlar.

2000 yılında Eylül ayında gezdirdiği bir Alman turist grubu şehrin tek restoranındaki yemekleri beğenmeyince grubunu alıp eve götürür Demir. O Alman grup için tüm ailenin kadınları ve mahalleli seferber olur, şahane bir sofra kurarlar. Buradan yola çıkarak sonraki gruplar için de benzer bir yol izlemeye başlar ve evlerde yemek verir. Böyle başlayan hikaye bir hikaye sonunda da bugün Mardin’in ilk turistik işletmesi olan Cercis Murat Konağı’nı kurmaya götürür onları. Turizmcilikten gastronomi şefliğine evrilen Demir, bölgedeki kadınların da çok önemli desteğiyle, bu konağın ve yerel Mardin yemeklerinin ününü tüm Türkiye’ye ulaştırıp şehrin bir gastronomi noktasına gelmesinde ilk taşı koymuş olur.

Ancak burada anlatacağımız hikaye güzel Mardin yemeklerinin, Cercis Murat Konağı’nın veya şehrin gastronomi turizminden ciddi pay almaya başlamasının hikayesi değil. Gastronomiye ve şefliğe girince toprağın değerini anlayan ve elimizdeki bu değerli tarım toprağının yok olmaması için bir şeyler yapmak isteyen Ebru Baybara Demir’in hikayesi….

DOKTORLA KONUŞMASI HAYATININ DÖNÜM NOKTASI OLDU

Demir için hayatının en önemli dönüm noktalarından bir tanesi 2012 yılında 5,5 yaşındaki kızının beyninin sol tarafında bir tümör tespit edilmesi. Doktorun bu tip vakaların dünya genelindeki sağlıksız beslenmeden dolayı çok arttığı söylemesi onu yeni bir yola itiyor.

“Ben 3 çocuk annesi olan ve yüzlerce insanın karnını doyuran bir şef olarak her gün herkese yemek yapıyorum ve aslında gıdanın kaynağını hiç sorgulamamıştım. Bu benim dünyada bu kadar işin arasında sorguladığım ve kendimi neden yapmadım diye çok pişman olduğum konulardan bir tanesi.” diyor Demir ve kolları sıvıyor.

İşe önce makale okumakla başlıyor, aylar sürüyor bunları okuyup anlamak ve dehşete kapılıyor. O coğrafyadaki tarımın hiç de doğru bir şekilde yapılmadığını anlıyor. Ve o doğru yapılmayan iş aslında bizim sağlığımızı bozan en önemli etkenlerden.

“BUNLAR BOŞ İŞ EBRU HANIM, UĞRAŞMAYIN”

Önce tarımın başladığı topraklar olan kendi bölgesindeki ata tohumlarını araştırmaya başlıyor. 11 çeşit buğdayın 5 tanesini buluyorlar ve tahlillerini yaptırıyorlar. Bunların besin değerlerini ölçtürünce içlerinden bir tanesi olan Sorgül buğdayının yüzde 17.5 protein oranı ve çok düşük glüteni ile çok değerli bir ürün olduğunu anlıyorlar.

Sorgül buğdayı aynı zamanda bölgede yetiştirilen en eski durum buğdayı. Daha da önemlisi suya en az ihtiyaç duyan buğday türü. Birleşmiş Milletler’den de bir fon bulup işe Suriye’den gelen kadın çiftçileri de dahil edip bu buğdayın ekim alanını genişletmeye başlıyorlar. 2 ton buğday bir senede 20 tona ulaşıyor. Şu anda da  Mardin’de 6 bin 300 dönüm arazide ve 33 çiftçinin desteğiyle çoğaltılmaya devam ediliyor.

Tabi bu işler yapılırken bir taraftan hem uluslararası hem de yerel destekler alınıyor, fakat bölge halkının genelinin bu işe pek aklı yatmıyor. Demir, şöyle anlatıyor:

“Ben bu projeye başladığım zaman yerel çeşitler noktasında bana çiftçiler ‘boş işler bunlar, gereksiz. Bunlarla uğraşmayın Ebru Hanım, bırak biz çiftçiliğimizi yapalım’ dediler. Ama şunu gördük, biz konvansiyonel tarımla birlikte iklim değişikliğine yenik düşerken, yerel tohumlarımıza hiçbir şey olmamıştı. 8 bin yılda oluşmuş bir genetik mirasımız var. Tohumun başladığı topraklarda yaşıyoruz. Yerel çeşitler toprakla aile gibidir, tohum ve toprak birbirlerini korurlar, birbirlerinin şartlarını bilirler ve ona göre yetişirler. “

TİCARİ TOHUMLARIN TEHLİKESİ

Konvansiyonel tarımla birlikte hayatımıza giren ticari tohumları alırken mutlaka başka destekler, özellikle de gübreyi almak zorunda olduğumuza dikkat çekiyor ve devam ediyor:

“Tarım, böcek ilaçlarını ve bununla birlikte yabani ot ilaçlarını hepsini almak zorundasınız. Tohumu ayakta tutabilecek kimyasal gübrenin içeriğinde azot, fosfor ve potasyum var. Azot uçucudur, potasyum suya değdiği zaman yanıcıdır, fosfor da havaya değdiği zaman yanıcıdır. Bunları kararlı bir şekilde tutabilmenin tek yolu var tuz kristallerine gömebilmek.  Bunlar toprağa atıldıktan sonra sulama veya yağmurla birlikte toprağa karışıyor ve bunlar kazık köklere gidiyor. Kazık kökler hidrolik pompa gibi çalışıyor ve buradaki suyu emmeye başlıyor. Siz ne kadar su verirseniz o kadar emmeye devam ediyor. Fakat burada göndermiş olduğunuz gübreli su tuzlu olduğu için bitki bunun dengesini kurabilmek için daha çok su çekiyor. O yüzden ticari tohumların daha çok su istemesinin, daha çok enerji istemesinin aslında sebebi bu. Buraya kadar bir sorun yok, daha çok suyunuz varsa bir sorun yok.”

EN DEĞERLİ BEDAVA TOPRAK DÜZENLEYİCİ, KOMPOST

Maalesef günümüzün en önemli problemlerinden biri iklim değişikliği ve sularımızın giderek azalması. Dolayısıyla tarımın daha az suyla yapılmasının bir yolunu bulmak lazım. Ebru Baybara Demir bunun üzerine düşünmeye başlıyor ve ‘kompost’ denen sistemi keşfediyor. Aslında buna keşif dememek lazım, zaten bilinen bir şey kompost. Kompost, sebze meyve atıklarının karbon atıklarıyla birlikte, yani ağaç dalı, kuru yaprak gibi kahverengi atıklarla karıştırılarak, biyolojik yanması sonucu elde edilen bir toprak düzenleyici ve çok değerli.

Bu noktada üniversitelerden akademik destek alarak kompostu nasıl yapabileceğini araştırmaya başlıyor. Aslında kullanılan malzemeler ve sistem çok da zor değil. Tam bu noktada Diyarbakır’ın Kayapınar ilçesinin kaymakamı Ünal Koç devreye girerek ilçedeki semt pazarlarındaki sebze meyve atıklarının toplanması konusunda kendisine destek vereceğini söylüyor ve ilk adım atılıyor.

Demir, sonraki süreci şöyle anlatıyor:

“Pazara atık toplamaya girdik ve o gece 3.5 ton atık çıkardık. Sonra bunun bir adım sonrasına gidip 3.5 ton atık çıkardık ve bunları oksijenli ortamda kompostlamaya başladık. Bir yatırım maliyeti de yok, Kayapınar belediyesi bize boş bir arazi verdi. Bu araziyle birlikte iş makinesi ve bir çevre mühendisiyle işe başladık. Pazardaki organizasyonda doğru olan doğru ayrıştırmaktı. Siz atığı ne kadar temiz toplarsanız, oradan çıkacak olan kompost yani toprak düzenleyici o kadar kaliteli olacaktı. Pazarda topladığınız o gıda yığınlarının içinde sebze meyvenin haricinde hiçbir şey olmaması lazım.”

Pazardan çıkan atıkların hepsi atık değil aslında. İçlerinde çok sağlam malzeme de var. Bunları görünce Kayapınar Kaymakamına bir teklifte bulunup 12 gün içerisinde ilçeye aş evi kuruyorlar ve yemek yapıp dağıtmaya başlıyorlar. Böylece pazardaki atıklar bir taraftan kompostlanıp toprağı iyileştirirken, diğer yandan içlerindeki sağlam malzemelerle israfın önüne geçilip sosyal sorumluluk projesine dönüşüyor.

Bu çalışmalar TBMM’nin de dikkatini çekince Türkiye genelinde yaygınlaşması için çalışmalar başlıyor.

37 BELEDİYEYE ULAŞTI

Gelinen noktoda kompost projesi şu anda 7 tane ilde 37 belediyeyle devam ediyor ve sayısı hızla artacak gibi görünüyor. Çünkü bu iş bir kazan kazan meselesi. Bir yandan toprak düzenleniyor, bir yandan israf önleniyor ve Türkiye için çok ciddi bir ithalat kalemi olan gübreye olan ihtiyaç azalıyor.

Peki pazarlardaki ürünler nasıl toplanıyor? Demir, şöyle anlatıyor:

“Bu işte gönüllü desteği çok önemli. Özellikle, Adana, Mersin, Muğla, Datça, İstanbul Büyükçekmece gibi pazarlarda çok fazla gönüllü sayımız var. Türkiye genelinde tam 2 bin 200 gönüllümüz var. Pazarların toplanmasına yakın atıklardaki sağlam malzemeyi ayrıştıran bir ekibimiz var önce onlar giriyorlar. Sonra kompost kümeleri oluşturuyoruz. Yani önce sağlam meyve ve sebzenin buradan çıkmasını sağlıyoruz, sonra geri kalan çürük meyve ve sebzenin komposta temiz bir şekilde ulaşmasını sağladıktan sonra da pazarın genel temizliğini yapıp çıkıyoruz.

Türkiye tarımsal üretim için 6.5 milyon ton gübre ithal ediyor. Yani sadece İstanbul, Ankara ve İzmir’de üretilen 2.5 milyon ton kompostla bu gübrenin miktarı ciddi şekilde aşağı çekilebilir. Sistem Türkiye’de yaygın hale getirildiğinde kendi topraklarımızı iyileştirerek tarım girdi maliyetlerini ve sulamayı düşürebilir ve verimi daha çok arttırabiliriz.

BELEDİYELERE AÇIK ÇAĞRI

Peki belediyeler için bu işi yapmak ne kadar zor? Demir ‘hiç zor değil’ diyor ve şöyle devam ediyor:

“Bütün belediyeler eğer ki bu işi yapmak istiyorlarsa, bize ulaştıkları taktirde bizim onlardan istediğimiz çok basit şeyler var, bir tanesi boş bir arazi, ikincisi bir sıcaklık ölçer, üçüncüsü günde 45 dakika çalışacak bir iş makinesi ve bir çevre mühendisi. Bütün bunlar her belediyenin bünyesinde olan şeyler. Biz akşam gidiyoruz ekiple birlikte gidiyoruz kim müsaitse, belediyedeki bu işle ilgilenmek isteyen herkese bir eğitim veriyoruz. O eğitim de teorik eğitimin arkasından pazara girip, pazarı nasıl ayrıştıracaklarını öğretiyoruz.

Bir buçuk saat içinde bütün pazarı temizleyip, ayrıştırabilecek bir tekniğimiz var. Ertesi gün kompostlamayı nasıl yapacaklarını gösteriyoruz, ondan sonra oradan ayrılıyoruz. Ama işimiz bitmiyor, oradaki çevre mühendisiyle işi takip ediyoruz. Bize her gün 3 kere yığınlarının oluşturduğumuz kompost yığınlarının 3 kere sıcaklık ölçümleriyle birlikte fotoğraflarını atıyorlar, sineklenme, koku ya da ters giden bir şey olursa anında müdahale edebiliyoruz.

Bir ay sonra belediyenin bize ihtiyacı olmadan bu sistemi kendi yürütebilecek hale geliyor. Aslında burada büyük bir yatırım yok. Sonrasında bu işi tesis hale getirdiği zaman çok basit yatırımlar alıyorlar. Basit yatırımlarla çözebiliyorlar.”

spot_img

SON YAZILAR

BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR