Türkiye’nin gizli şekerleme kralı / 145 ülkeye şeker satıyorlar

StoryBox/ Özel Röportaj

1965’te Konya’da küçük bir atölyede faaliyetlerine başlayan Tayaş Gıda, şimdilerde 1500 kişilik istihdamla 145 ülkeye şekerleme ürünü satıyor. Sektörün en önemli firmalarından biri olan Tayaş’ın patronu Şevket Taycı, 9 kardeşli ailenin ilk çocuğu olarak başladığı hayatta yaşadığı zorlukları, kırılma anlarını ve markasının nasıl büyüdüğünü StoryBox’a anlattı.

Türkiye’nin önde gelen şekerleme fabrikalarından olan ve yaklaşık 1500 kişiye istihdam sağlayıp üretiminin tamamına yakınını ihraç eden Tayaş Gıda’nın kurucusu Şevket Taycı’nın hayatı 1949 yılında Konya Ereğli’nin kırsal bir köyünde başlıyor. 3 yaşında iken Ereğli’ye, annesinin ve babasının birlikte inşa ettikleri kerpiç bir eve taşınıyorlar. Hayat o yıllarda birçoklarında olduğu gibi Taycı ailesinde de yokluklar içerisinde devam ederken babası ile birlikte mecburen iş hayatına atılıyor.

PAZARDA SEBZECİLİKLE BAŞLADI

Henüz ilkokulda iken babası ile pazarlara gidip sebzecilik yapan Taycı, ilkokuldan sonra okulu bırakır. O yıllar geçimin zor olduğu ve maaile çalışılması gereken yıllar. Her ne kadar babası okumasını istese de Şevket Taycı çalışmak konusunda ısrar eder ve geçmişinde şekerpancarı tarlalarında amelelik ve çavuşluk yapmış olan babası ile küçük bir şekerci dükkanını devralırlar. Burada kristal toz şekerden mevlana şekeri olarak bilinen akide kaba şekerlerin yanında helva, lokum ve reçel de yapmaya başlarlar. Ustaları önce işi öğretmekten imtina etseler de, çıraklıktan kalfalığa geçiş sürecinde artık mesleğin sırlarını da ortaya dökmeye başlarlar. Askere gitmeden önce ustalık nişanesini alan Taycı, ilçede de yavaş yavaş isim yapmaya başlar.

Taycı askerden döndüğünde artık bir de ağır vasıta ehliyeti sahibidir. İşleri nasıl geliştirebileceğini düşünürken biriktirdiği para ile bir araç almaya karar verir. 1973 yılında İstanbul’a gelip önce bir kamyonet alır, sonra da Bursa’ya götürüp karoser yaptırır. Bursa’da aracın üzerine “Güven Şekerleme Kazım ve Oğlu Şevket Taycı” diye yazdırır ve Ereğli’ye geri döner.

GÜNDÜZ DÜKKANDA AKŞAM SERVİSTE

Ereğli’deki 70 metrekarelik dükkanda gündüz şeker imalathanesinde çalışırken, akşam da bu şekerki mamulleri arabanın arkasına koyarak çevre köylere gitmeye başlar. Gece gündüz çalışan ve durumu giderek iyileşen Taycı, daha sonra babasının da iznini alarak hayatında ilk kez Konya’ya gelir. O günleri şöyle anıyor:

“Biz 9 kardeşiz, ben de 9 kardeşin ilkiyim. Sorumluluğum o kadar yüksek ki… Konya’ya geldim bir baktım gıda sitesi yapmışlar. Çok beğendim o siteyi. 100 metrekare bir dükkanda prensip olarak anlaştık. Babama da geldim söyledim rahmetliye, ‘evladım hoşuna gitti mi, Konya’da daha mı iyi olacak işlerimiz güçlerimiz’ dedi. Babamın da dualarıyla Konya’ya geldim, Allah mahcup etmedi. Fakat 74’te Kıbrıs hadisesi çıktı. O dönem ciddi sıkıntılar çektim. Çünkü aile kalabalık, dükkanımız kira, evimiz kira… Şeker bulamıyoruz ki imalat yapalım. Konya Şeker’e gidiyorum, ya vermiyorlar ya da küçük tahsisler oluyor. O dönem görevlilere o kadar çok ısrar ettim ki beni fabrikanın ticaret şefliğinden kovaladılar. Paramız var şeker alamıyoruz…

Ben de bu sefer araba ile Ankara’da Etimesgut Şeker Fabrikası’nın yolunu tuttum. Artık ham şeker tedariki mümkün değil ama helva, lokum, şekerli ürünler gibi mamuller buldum. O ürünleri yükledim arabaya, Konya’ya geldim. Ama ben kasadaki o 3 tonluk ürünü daha değerli satmak zorundayım, evdeki 11 kişinin rızkı o arabanın içinde. Konya’dan başlayıp Karaman, Mut, Silifke, Mersin, Tarsus, her yer dolaştım. Bir yandan da mazot kıtlığıyla uğraşıyoruz tabi. Zor günlerdi ama o günleri Ankara’ya gidip mamul alıp Anadolu’da satarak geçirmeyi başardım. Zaten sonrasında üretim normale döndü ve biz de işimizi yapmaya devam ettik.”

İSTANBUL’A GELİP ŞEKER MAKİNASI ALDI

İşler tekrar oturunca Şevket Taycı bu kez biraz daha büyümek ister ve İstanbul’a gelerek bir şeker makinası alır. Bu makina ile hem ürün kalitesi hem de ürün miktarı artınca arabasını da büyütür ve bütün Anadolu’yu harmanlamaya başlar. Şöyle devam ediyor:

“Arabanın hem şoförüyüm, hem patronuyum, hem de üreticisiyim. Bunlar bana keyif de veriyordu. Ben pazardan dönünceye kadar tekrar araba hazır. Yüklüyorum, en büyük şansım da o tarihte bekar olmamdı. Bekar olunca daha uzak yerlere gidiyorsunuz. Kazancımız iyi olunca Konya’da işler büyüdü ve fabrikamızı açtık. ama ne olursa olsun benim gözüm İstanbul’daydı. İstanbul’a ilk arabamı almaya geldiğimde burada büyük şekercilerle, sanayicilerle tanışmıştım. Onlar da bize odalarında bir sandalye verdiler. Bizim Konya’daki şeker muhabbeti il e İstanbul’daki şeker muhabbeti arasında dağlar kadar fark var. Hem kalite, hem anlayış, hem de ihracat… Ben ihracatı ilk kez İstanbul’da duydum mesela. Güneşli, Mahmutbey, İkitelli oralarda fabrika yapmak için arsa aramaya başladım. Bulamayınca bir gazetenin İstanbul baskısına ilan verdim. O ilanla da Gebze’de bundan daha önce çalıştığımız fabrikayı buldum. Aslında orası bir makarna fabrikasıydı. 1989’da aldık ve 1990 yılında da evimi, ailemi ve işimi buraya naklettim.”

SOVYETLER’İN DAĞILMASI EN BÜYÜK ŞANSLARI OLDU

Konya’daki makinaları Gebze’ye getiren Taycı bunların yeterli olmayacağını görünce yeni makinalar aramaya başlar. İzmir’de bir fabrikanın satılacağını duyarlar ve hemen oraya gidip bir kahve içimi süresince yapılan pazarlığın ardından tüm tesisi söküp getirirler. Gebze’deki fabrika hazır olunca 25 kişi ile üretime başlarlar ve tam da o anda Sovyetler Birliği’nin dağılma süreci başlar. Hayatında ihracat nedir bilmeyen Taycı kendisini bir anda ihracatın göbeğinde bulur:

“Sovyetler Birliği dağılınca, hem Balkanlar’dan, hem Türki Cumhuriyetleri’nden hem de Rusya’dan çok sayıda gelen olmaya başladı. Bunu bir şans olarak mütalaa ediyorum. Biz de gayretimizi artırdık tabi, saat mevhumu yok, arkadaşlarla ekip olarak gece gündüz çalışıyoruz. Zaten dövizle ilk tanışmam da Rusya’nın dağılımıyla oldu. Adamlar ellerinde markla dolarla gelmeye başladılar fabrikaya. Kaliteli mal üretiyoruz, insanlar ambalaja bakıyor, sizin adresinizi buluyor ve geliyor elimize dolar veriyor. Bilmediğimiz, alışık olmadığımız için daha dikkatli bakıyoruz paraya. İşte biz o gün bugündür ihracat biliyoruz. İç pazarda çok fazla ürünümüz yok zaten, ürettiğimizin yüzde 90’ından fazlasını 145 ülkeye ihraç ediyoruz.

Kaliteniz iyi olduğunu zaman ürününüzü satarsınız. Biz Japonya’ya bile ürün gönderiyoruz. Hatta Japonya’ya ilk malı satarken çocuklar gibi kaldım, çok enteresan geldi. Japonya’ya mal satmanın çok zor olduğunu o zaman öğrendim. Japonlar kılı 40 değil, kılı bin yarıyorlar. Ama o bin yarmaları benim çok işime yaradı. Biz kendilerinin bazı hassasiyetlerini öğrendik. Japonya’ya hala mal satıyoruz, Amerika’da arkadaşlarımız var oraya satıyoruz, Almanya zaten artık mahallemiz gibi, Uzakdoğu’da pazarlar oluşmaya, 145 ülkede arkadaşlarımız olmaya başladı. Düğünlerine, özel günlerine gidiyoruz, onlar bize geliyorlar. İhracatı öğrendikten sonra dünyanın bu kadar güzel bir yer olduğunu görüyorsun. Ereğli’nin köyünde dünyaya gelmişsin, bir süre Konya’da bulunmuşsun, ihracatı bilmeyen bir adam olarak fuarlara gidiyorsun, inanılır gibi değil. Ne kadar güzel bir dünyanın mensuplarıyız. Dünyayı iyi kullandığımız sürece bu dünya bize görevini yapar. “

KENDİ EVİNİ 2.5 YIL ÖNCE ALDI

İlkokuldan bu yana çalışan Şevket Taycı hep işine yatırım yapanlardan. Lükste, iyi yaşamada veya tatil yapıp rahat etmekle ilgisi olmayan eski tüfek sanayicilerden. Öyle ki, şirketlerinde 1500 kişi çalıştırmasına ve şeker sanayinin önde gelen isimlerinden biri olmasına karşın İstanbul’daki evini henüz 2.5 sene önce almış. Kendisini çalışmaya o kadar kaptırmış ki ev almak aklından bile geçmemiş. Ancak eşinin zoruyla almış. Hatta kendisine kalsa o ev parasını üretime ve bulduğu tüm parayı yatıracağını söylüyor.

73 yaşındaki Şevket Taycı, yönetimi çoğunlukla çocuklarına bırakmış olsa da haftanın 6 günü fabrikasına gelmekten vazgeçmiyor. Şöyle devam ediyor:

“Ben bir türlü emekli olamıyorum. Her gün sabah erken kalkıp, işletmeye girince bu gördüğünüz beyaz önlüğü giyiyor, önce idari kadroyu selamlıyor, daha sonra üretime giriyorum. Artık aktif bir görevim yok gibi görünüyor olsa da benim orada arkadaşlarımın hal hatırını sormam, onlarla konuşmam çok güzel oluyor. Bizde zaten halen emekli olmuş ama işine devam eden arkadaşlarımız var. Onlar emekli olunca ‘Biz işimizden çok memnunuz, işimize devam edebilir miyiz’ diye talepte bulundular. Bu şirket adına da avantajdı, işi bilen arkadaşlar. Bazılarının evlatlarını da alıyoruz. Ben buraya geleli 32 yıl olmuş, hala beraber çalıştığımız arkadaşlar var. Biz zaten çalışan arkadaşlarımızı işçi olarak görmüyoruz, ailenin bir ferdi olarak görüyoruz.”

AYAĞINIZDA AYAKKABI YOKKEN KAFANIZDA FÖTR ŞAPKA OLMAZ

Taycı’ya göre en önemli şeylerden biri parayı doğru yerlerde kullanmak ve parayı yönetebilmek. Şöyle konuşuyor:

“Ben bir ekonomist değilim ama pazardan gelen bir insanım. Dünyada parayı kullanmak en zor iş. Ayağınızda ayakkabı yoksa ve siz gidip başınıza püsküllü fötr şapka alırsanız parayı kullanmamış, çöpe atmış olursunuz. Parayı doğru yerde kullanmak lazım. Ülkemin de parayı çöpe atacak kadar zengin olmadığını, hatta zengin olmuş bile olsa liyakatlı kullanılması gerektiğini düşünüyorum.”

PES ETMEYİN, GERİ ADIM ATMAYIN

Taycı iş hayatında çalışmanın ve pes etmemenin önemini vurgularken, gençlere de bu konuda çağrı yapıyor:

“Ben kafamı hiçbir zaman kuma sokmadım, hiçbir zaman umutsuz olmadım. Sıkıntılarımız oldu, derin düşüncelerimiz oldu ama Allah bir başka kapıdan verdi. Çok şükür çorbamız kaynamaya devam etti. Olumsuzluklardan dolayı sakın ha sakın geri adım atmayın. Biraz zorlanın, hemen pes etmeyin. İstediğinize kavuşmak biraz daha rötarlı olabilir ama kavuşamayız diye geri adım atmayın.
Zaman zaman çıkmayı arzu ederken, düz yürümeyi de, rampa aşağı inmeyi de bilmek lazım. Yükselmek hemen kolay olmuyor. Ben 73 yaşımdayım. Şan, şöhret ve serveti sindirmek, çeliği sindirmekten daha zor. Basamak basamak çıkmayı içinize sindirin.”

Türkiye’nin ihracata çok ihtiyacı olduğunun altını çizen Taycı, bu konuda devletin de daha fazla destek vermesi gerektiğini söylüyor:

“Şimdi keyifle, zevkle, 1500 arkadaşımızla göğsümüzü gere gere ulusumuzun hizmetindeyiz. İhracata o kadar çok ihtiyacımız var ki, yetmiyor, 145 ülke yetmiyor. Dünyada irili ufaklı 200 ülke varsa, meslektaş arkadaşlarımızla beraber yarış edercesine oradaki o kalan 50-55 ülkede de olmalıyız. Burada yetkililerimizin de bizim yanımızda olmalarını daha çok istiyoruz. Aşamadığımız yerleri hükümetin destekleriyle aşmak istiyoruz. Bize vizeyi vermeyenlere ben ne yapabilirim? Ama benim yetkililerim bu vizenin alınmasına destek vermeli, benim fuar alanlarımda fuarlarımın çok iyi mekanlarda olması, göz önünde olması, cephesiyle, mevkisiyle, iyi yerde olması bakımından birlikte hareket edilmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum.”

spot_img

SON YAZILAR

BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR