Üretmeyen adamın 20 tane fabrika arsası mı olur?

Türkiye’de sanayinin önündeki en büyük engellerden birisi de yer ve inşaat maliyetleri. Sanayicinin elindeki kaynakları inovasyon, Ar-Ge, verimlilik ve üretim yerine binalara kaptırdığını söyleyen Lüx Plastik Genel Müdürü ve EVSİD Kurucu Başkanı Burak Önder, 20 tane fabrika arsası olan işadamları olduğunu ve bu işin fabrika rantçılığına dönüştüğünü söyledi. Önder bir an önce fabrika rantının önüne geçilip sorunun çözülkmesi gerektiğini ifade etti.

Ev ve Mutfak Sanayicileri Derneği’nin (EVSİD) bir önceki dönem başkanlığını yürüten ve Lüx Plastik’in Genel Müdürü Burak Önder, ihracat ve üretim konusunda dikkat çekici açıklamalarda bulundu. Bir grup basın mensubu ile düzenlenen sohbet toplantısında konuşan Önder, öncelikli olarak OSB’lerdeki ve fabrika arazilerindeki yer sorununa dikkat çekti. Türkiye’de fabrika arsası meselesinin tamamen bir ranta dönüştüğünü ve üretim bile yapmayan insanların arazi topladığına işaret eden Önder, şunları söyledi:

“Adam üretmiyor ama gidip 20 tane fabrika arsası almış. İnşaat yapmış, kiraya veriyor. Asıl sanayicinin yeri yok. Bana sorsan bir insanın bir tane fabrikası olur, hadi bilemedin iki tane.
Mesela benim otuz bin metrekare fabrikaya ihtiyacım var diyelim. Bunu yapmam için kırk bin metrekare yer alacağım, bina yapacağım, hayatımda görmediğim parayı toprağa ve binaya gömeceğim. Türkiye’de Ar-Ge’nin, inovasyonun, tasarımın, insan kaynağının, teknolojinin gelişmemesinin nedenlerinden bir tanesi 10 yılda kazandığını bütün parayı bir yer yapmaya harcaman. Bütün parasını oraya veren ve borçlanan bir adam, insan kaynağına yatırım yapar mı, otomasyon yapar mı, Ar-Ge’ye para ayırır mı? Türkiye’de KOBİ’lerin çoğuna bakın, katlı yerde üretim yapıyor. Kartlı yerde üretim olmaz, çok riskli. Türkiye’de bir an önce fabrika rantının önüne geçilip yer sorunu çözülmeli.”

İhracat konusunda mevcut konjonktürde 12 aylıkta 252 milr dolar ihracatın başarılı olduğunu ve Türkiye’nin önünde bir takım fırsatlar bulunduğunu söyleyen Önder, “Batılılar enflasyonist ortamda çok yüksek montanlı alışveriş yapmıyor. Dolayısıyla oralardan gelen sipariş miktarlarında da düşüş var. Türkiye düşük miktarlı ürün tedariği konusunda çok önemli bir ülke ve önümüzdeki süreçte bu bir avantaj olabilir. Çin bir ölçek ekonomisi iken biz daha butik üretim yapıyoruz. Örneğin Çin’den bardak sipariş edeceğiniz zaman 200 bin tane almak zorundasınız, Türkiye’den ise hızlı bir şekilde 10 bin tane sipariş verebilirsiniz. Üretimde son derece esnek bir ülkeyiz.” dedi.

İHRACATÇI DERSİNİ ÇALIŞMALI

İhracatta çok üzerinde durulmayan bir konuya da değinen Önder, gidilen pazarlarda mutlaka oraların kültürel kodlarının öğrenilmesi ve biraz ders çalışılması gerektiğini söyledi. Önder, şunları söyledi:

“Çok konvansiyonel yöntemlerle gidiyoruz bir pazara. Gittiğin ülkenin sosyolojisini, demografik yapıyı bilmeden ve kültürünü anlamadan oraya ne kadar nitelikli ihracat yapabilirsin?

Marx’a sormuşlar, ‘Fransa üzerine 3 tane kitap yazdın ama sen Fransa’ya bile gitmedin. Bunları nereden biliyorsun?’ diye. O da demiş ki, ‘Ben çok iyi Balzac okudum’… Sadece klasik anlamda eğitim değil, eğitimin üzerine kültür, sanat, felsefe, edebiyat koyup bunun üzerine inşa edebileceğin bir ihracat daha nitelikli ve kaliteli olur.

İstanbul’daki kültürle, Sivas’taki kültür bile birbirinden farklı. Aynı ülkede olmamıza rağmen, sen Sivas’ı tanımadan Sivas’ın havasını, suyunu, insan yapısını bilmeden orada etkin pazarlama ve satış yapamazsın. Latin Amerika’ya gidiyorsan, Latin Amerika’nın kültürü var. Mesela bu insanlar hayır demeyi bilmez, hayır demek ayıp bir şeydir. Toplantıya girersin, dersin ki ben sipariş aldım, tamam bitti bu iş… Ama dönersin, mailine cevap bile alamazsın. Orada erkeği öpmezsin ama kadını sağdan bir kere öpersin. Her tarafın kendi kültürü var. Çinliye kartını iki elinle tutup verirsin. Eski komünist ülkelerde mesela, güven en önemli şey. Geç mi kaldın randevuya? Olabilir, trafik. Arayacaksın, söyleyeceksin, ‘yarım saat geç geleceğim, lütfen kusura bakmayın.’ Sen randevuna geç kalıyorsan bana malı nasıl verecek diye düşünür onlar. Beni kandıracak diye düşünüyor. Bu kültürü bilmeden, o pazar hakkında bir şey bilmeden, oraya vur kaçtan başka bir şey yapamazsın.”

Türkiye’de bir ‘ihracat fetişizmi’ olduğunu söyleyen Önder, “Bu kelimeyi, bilerek kullanıyorum, altını çizmek adına. Hep kurtarıcı olarak ihracat öne çıkıyor ve herkes ihracatçı olmaya çalışıyor. Berberim var, ihracat yapmaya çalışıyor, makarna satacakmış. Diyorum ki hangi bilgiyle bunu yapacaksın? Parayı nasıl alacağını biliyor musun? Bu kadar basit değil bu işler. En azından ihracatla ilgili bir eğitiminin olması lazım. Sen bu adamı alıp dünyanın her yerine götürüyorsun, ama hiçbir ihracat kültürü yok. İhracat yapmasın demiyorum, yapsın ama en azından uluslararası sertifikası olsun, ne bileyim ürün testi olsun, bunlara haiz olsun, ihracat bilen elemanı olsun, web sitesi olsun, bir İngilizce kataloğu olsun… Bunlar hazır olmadan bu firmaları tutup kolundan dünyanın öbür ucuna götürmek hem firmalara zarar, yapamadıkları zamanda ihracata küsüyorlar, hem de ülkenin milli servetine zarar.” dedi.

EKONOMİ HİZMET SEKTÖRÜNE KAYDIĞI İÇİN ELEMAN SIKINTISI YAŞANIYOR

Son dönemde sanayicilerin ‘işçi bulamıyoruz’ şikayetlerini de değerlendiren Önder, bu konuyla ilgili de şunları söyledi:

“Sanayi bölgesinde işçi yok. Her tarafta ilan var. Bu doğru. Ama bence kaçırılan şey, Türkiye’de hizmet sektörü çok hızlı büyüyor. Bunun aynısını Batı’da, zamanında sanayi devriminin olduğu İngiltere’de bile gördük. Bugün hizmet sektörünün aldığı pay yüzde yetmişlerin üzerinde.

Türkiye gibi toplumlara baktığın zaman tarım, sanayi, hizmet, bilişim diye bir hiyerarşi var. Türkiye buranın hizmet tarafında, biraz da bilişim tarafında. Bizim zamanımızda dışarıda yemek yeme sayısı azdı ama şimdi bakıyorsun her taraf restoran, her taraf kafe. Ayrıca bir sürü e-ticaret firması var. Bu taraflar büyüdükçe tabii ki insan kaynağı ihtiyacı her zaman artarak devam edecek.

Burada hatayı herkes ötekinde arıyor. Bu bence kolaycılık. Türkiye’de insanlar iş beğenmiyor diyorsun. Tabii ki insanlar da fırsatlarını değerlendiriyor. O yüzden bence bize düşen şey, iş dünyası olarak tabii ki üreteceksin, para kazanacaksın ama insan kaynağına da sahip çıkacaksın. Biz de insan kaynağına nasıl sahip çıkıldığını yeni yeni öğreniyoruz. Belki bir yönüyle bu önümüzde bir sıhhat alameti de olabilir. Sanayi insan kaynağı bulamıyor, belki bugün bu zorluğu çekiyor. Ama kendini belki otomasyona verecek, biraz daha verimliliğe verecek, biraz daha dijitalleşmeye verecek. Bu süreçleri belki böyle aşacak. Bilmiyoruz. Bugün Türkiye’nin neresine giderseniz aynı sıkıntılar yaşanıyor. Ama bence temeldeki şey, özellikle hizmet sektörünün çok hızlı büyümesinden geliyor.”

spot_img

SON YAZILAR

BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR