Storybox / Özel Röportaj
1982’de Urfa’da doğan ve babasının emekli ikramiyesini sermaye yapıp, 2002’de tek başına İstanbul’a gelen Hassan Elektrik’in sahibi Hasan Kaytan, sıfırdan patronluğa uzanan güzel bir hikaye. İşin içinde azim, çalışkanlık, işine sahip çıkmak ve başarma arzusu var. Bu yolda önüne çıkan engelleri teker teker aşan Kaytan, yaşadığı zorlukları, kırılma noktalarını ve birçok detayı Storybox’a anlattı. Kaytan, “Hayatımda hep işimin peşinden gittim, para da benim peşimden geldi. Sen işini çok iyi yaparsan, çalışırsan, para senden ricacı oluyor. Durumlar çok alt seviye ama hayaller her zaman en üstteydi” diyerek hayata bakışını özetliyor.
ÖĞRETMEN BABANIN BEŞİNCİ ÇOCUĞU
Hasan Kaytan, 1982 yılında Şanlıurfa’da 11 çocuklu öğretmen bir babanın beşinci çocuğu olarak dünyaya gelir. İlk ve orta öğrenimimi Şanlıurfa’da tamamladıktan sonra liseyi yarıda bırakıp hemen iş hayatına atılır. Liseyi ve üniversiteyi bitirmesi ise iş hayatına başladıktan sonra gerçekleşecektir.
Kaytan’ın hikayesi, benzerleri gibi çalışmaya çok erken yaşta başlayanların hikayesi. Henüz 9 yaşındayken her gün gidiş geliş 10 km yol yürüyerek dayısının manifaturacı dükkanında çalışıyor. Daha sonra seyyar satıcılık yapıyor, dondurma satıyor. Daha sonra olimpik yüzme havuzunun önünde insanlara terlik, havlu ve şort kiralayarak bir ortaokul öğrencisi için ciddi sayılabilecek paralar kazanıyor.
Kaytan hem çalışıyor hem para kazanıyor. En büyük mutluluğu ise eve bir eşya almak ve annesinin yüzündeki o mutluluğu görmek. Daha sonra da babası tarafından takdir görmek halen unutmadığı eşsiz bir duygu.
PATRONUN PIRIL PIRIL TAKIM ELBİSESİ
Biraz daha büyüyünce Urfa’da ithalatın merkezi olan Kapaklı Han’da bir dükkanda çalışmaya başlar. Cansiperane çalıştığı bu dükkanda bir hayali vardır:
“Durumlar çok alt seviye ama bende hayaller her zaman en üstteydi. Bu dükkanı öyle bir yere getireyim, öyle bir kar ettireyim ki bu dükkanın sahipleri giderken bu dükkanı bana bıraksınlar diye hayal ederdim. Patronuma bakarak ‘ben bu olacağım’ derdim. 14-15 yaşlarına bana ne iş yapacaksın dediklerinde ‘ithalat, ihracat ve bilimum dahili ticaret yapacağım’ derdim, insanlar da gülerdi. Patronumun takım elbiseleri gelirdi, ışıl ışıl, hep hayal kurardım ben de takım elbise giyeceğim diye.
Çalıştım, elimden gelen her şeyi yaptım, dükkanı kar ettirdim. Onlar da işi bırakacakları vakit, bana bırakmak için bir para istediler. Ben de çok üzüldüm ve o dükkanı alamadım. Sonra bir gün dedemi ziyaret ettiğimde bana ‘Oğlum her şeyde bir hayır, her hayırda bir şer var. Bunu ancak Allah bilir. Kafanı takma boş ver’ dedi. O gün dedem beni avutuyor diye düşünsem de İstanbul’a gelme nedenim bu konu oldu. Baktım ki Urfa’da yapılacak bir şey yok, dedim İstanbul’a gideyim. İnsanın hayatında dönüm noktası olur ya, işte benim için en önemlilerinden biri buydu.
Ben her zaman diyorum ki, ya kardeş hayal kurmak bedava, korkma. Benim teyzemin oğlu var, dedim teyze oğlu sen hangi arabayı istersin hayal et. O zaman da Doğan SLX’ler moda… Dedi ki ‘hacı bir Doğan SLX var hayalimde’. Senin hayalinde ne var dedi, ‘S500 Long’ dedim. Long’u bile söyledim. Ya bu hayal, niye sınırlandırıyorsun. Hayalin büyük olsun. Ben bu hayali kurdum, o arabaya da bindim. Ama onun için de çok çalıştım.”
İLK SERMAYESİ BABASININ EMEKLİ İKRAMİYESİ
İstanbul’dan önce Ankara’da da bir süre çalışan Kaytan, askerden döndükten sonra İstanbul’a gitmek ve bir iş fikriyle yanıp tutuşmaktadır. Ama bir sorun var, sermaye… İşte o an imdadına babası yetişir. O günleri ağlayarak şöyle anlatıyor:
“Ben bir gün yatakta uzanırken, babam geldi. Siyah bir poşetin içinde bana emekli ikramiyesini kuruşuna dokunmadan bıraktı. Dedi ki git ne yapıyorsan yap. İstanbul’da bir arkadaşım vardı onu aradım, dedim ki ben burada durmayı düşünmüyorum, bir miktar param var. Ama o babanın emekli parası üzerinde o kadar ağır bir yük ki, onda 11 kişinin hakkı var. Şöyle bir plan yaptım, gittim kredi kartıyla taksitle 3 tane telefon aldım, bunları spota bozdum, o parayı cebime koydum. Kendime dedim ki, ‘Kaytan, elindeki para 1 ay yetecek kadar para. Bitene kadar bir işler yaptın yaptın, yapamadın o para bankada, dokunmayacaksın geri geleceksin. İstanbul’a geldim hemen bireysel ticarete başladım. 3-5 yıl ticaret yaptım.”
Kaytan’ın İstanbul’dan mal almak için Uzakdoğu’ya gitmesi onun için hem önemli bir dönüm noktası olur hem de unutamayacağı bir hatıra. O günleri şöyle anlatıyor:
İKİ KELİME İLE TİCARETİ BİTİRDİK
“Hayatımda bir düsturdur, bir yere gitmek istiyorsan, oraya daha önce gitmiş birisini bul. Ben de Hong Kong’a gitmek için daha önce gitmiş birisini buldum. Uçağa bindik, yanımdaki arkadaş dedi ki, ‘Excuse me, please two water ice.’ İki tane buzlu su geldi. Dedim ki hacı her şeyi biliyor. Biz rahatlıkla gidip ticaretimizi yapacağız. Sonra indik, gidip otobüse bineceğiz, bir baktım ki arkadaşım sürekli excuse me, please diyor. Meğerse başka hiçbir şey bilmiyormuş. İki kelimeyle seyahatimizi bitirdik, please ve excuse me ile ticaretimizi yaptık.
Kaytan İstanbul’a gelirken onu korkutan da çok olmuş. ‘Orası İstanbul sana mı kaldı, orada seni dolandırırlar, sen mi yapacaksın bu işi, İstanbul’da bu işi yapacak adam mı kalmadı’ diyerek engellemeye çalışan çok olur ama Kaytan bunlara pek kulak asmaz. Devamını şöyle anlatıyor:
HASSAN ELEKTRİK ÇERÇİ OLDU DİYE ALAY EDİYOLARDI
“Ben hiç kimseyi dinlemedim. Kulağımı kapattım ve 3-4 yıl kendi bireysel ticaretimi yaptıktan sonra 2008’de, 25 yaşındayken Hassan Elektrik’i kurdum. Hassan Elektrik’i kurarken büyük işler yapacağım hayaliyle kurdum. Şirketimi kurduğumda büyük bir Koreli markanın bayiliğini aldım. İlk iş abimi yanıma aldım. Abime dedim ki, ‘biz bir iş yapacağız sana minibüs alacağım, Anadolu‘yu, ilçe ilçe, köy köy dolaşman lazım. Yoksa biz iş yapamayız’. Çünkü İstanbul’da bir şeyi fark ettim, şirketler hantallaşmış, gelene ürün veriyorlar bir yere gitmiyorlar. Biz bu açığı kapatabiliriz.
Abim iki yıl minibüsün içinde yattı şirketi ilk kurduğumda. Köy köy, kasaba kasaba dolaştı. Biz Anadolu’da kasaba kasaba dolaşırken rakiplerimiz bizimle dalga geçiyormuş. Hassan Elektrik çerçi oldu köylere gidip elektrik malzemesi verip karşılığında yumurta alıyormuş diye… Ha ha ha diye gülüyorlarmış. Anadolu’da bir laf var, çay harda pişer, yiğit darda pişer. Darda, zorda olmak insanı besleyen bir şey.
Biz o kadar fazla çalıştık ki bayiliğini aldığımız firma önce bazı bölgeleri, ardından da pazarlama işini verdi. Sonra bu firmanın Kore’deki en büyük rakibi benimle temasa geçti. Önce maillerine dönmedim ama sonrasında oturduk konuştuk ve ben o markanın distribütörlüğünü aldım.”
Otomatik sigortalar, şalterler, endüstriyel konutlara ve makine üreticilerine yönelik elektrik malzemeler satan Hassan’ın kurucusu Hasan Kaytan, hep hayallerinin ve hedeflerinin peşinden koşmuş. Daha bu işe başlamadan yazmış ve önüne koymuş. Çalışkanlıklarını şöyle anlatıyor:
“Ben İstanbul’da dua ediyordum, ‘Allah’ım bana bir dükkan nasip edersen ben gecelere kadar çalışacağım’ diye. Nasip oldu, gecelere sabahlara kadar çalıştık. Abimlerin 3 hafta eve gitmediklerini biliyorum. Müşteri bizden mal almıyor diyelim, gerekirse patron sabah 09,00’da mi geliyor, git döşeğini dükkanının önüne ser, patron dükkana geldiği zaman seni görsün, sırf senin bu isteğin hatırına mal alsın. İnsanları öyle ikna ettik. Şirketimiz 2018-2019 yılı harici hep yüzde 100 büyüdü. Büyüme bir zaman geldi durdu, markaya odaklandık, marka bir zaman durdu çeşitliliği arttırdık, çeşitlik bir zaman geldi durdu yurt dışına açıldık. Şu anda 15 tane ülkeyle ithalat-ihracat ilişkim var.
IQ’su çok fazla yüksek bir adam değilim, çok fazla akıllı bir adam da değilim, ama tek bir şeyim, ben çalışkanım. Siz de çalışın, zaten çalışırsanız yolda zaten bir şeyler size geliyor. Önemli olan niyet etmeniz.”
MECBUREN SANAYİCİ
Hassan Elektrik’le başarılı bir şekilde satış yapan Kaytan, daha sonra üretmeye karar verir. Ama bu karar bir anda oluşmuş bir karar değildir, biraz da mecburiyetten olur. Şöyle devam ediyor:
“Bizim ürünlerimizi pano üreticileri çok kullanır. Biz bunlara gidiyoruz ama karşındaki panocu hangi marka bilinirse onu kullanıyor. Ben bir türlü bu pazara giremedim. O zaman da tesis kurmaya karar verdim. Ofisin altında 50 metrekare yerde pano üretimine başladık. 50 metrekareden 1 yılın içinde 250 metrekareye çıktım. 250 metrekareden 500 metrekareye, 500’den 2 bin 500’e çıktım. Bu panoculara satamadığım ürünleri kendime satmaya başladım, diğer şirketime. İş oldu, üretildi ve başka bir şirket kurduk. Şirketimizin adı da Babosan. rfa’da biri sana kıyak yapar, büyüklük yapar ona ‘Babosan’ dersin, teşekkür ederim babında. Ben şirketi böyle kurdum.
Biz Akkuyu Nükleer Santralı’na bile iş yaptık. Türkiye’deki bir çok güneş, rüzgar, hidro elektrik santrallarının panolarını, termik santrallarının bir çok panolarını biz yapıyoruz. Konut ve endüstriyel yapı inşa eden müteahhitlerin ve taahhütçülerin tedarikçisiyiz. Türkiye’de 21 tane elektrik dağıtım şirketi var, onların listesinde şirketimiz onaylı durumda. Onlara ürün sağlıyoruz. Aynı zamanda bunların aynısını yurt dışında da yapıyoruz. Yurt dışında dünyanın ilk 250 müteahhitlik şirketine girmiş Türkiye’den belki 20 firma var hepsiyle çalışıyoruz. Hepsinin yurt dışı işlerinde onlara malzeme tedarik ediyoruz.”
Hasan Kaytan da benzer örnekler gibi parayı amaç değil araç olarak görenlerden. Onun tek derdi, işi düzgün yapmak ve çalışmak. “Ben hayatımda hep işimin peşinden gittim, para da benim peşimden geldi. Sen işini çok iyi yaparsan, çalışırsan, para senden ricacı oluyor. ‘Ya Hasan Bey beni bir zahmet harcar mısınız?’ Ben sadece nerede harcayacağıma karar veriyorum. Gençler ve girişimciler kesinlikle işlerini eksiksiz, tam, güzel bir şekilde yapsınlar, para onların gelecek cebine girecek.” diyor.