Yıllarca sokaklarda yatan Bedri Usta’nın hikayesi / Bir kebap efsanesi

Storybox /Özel Röportaj

Kebap denince akla ilk gelen şehirlerden biri Adana ise restoranlardan biri de Yüzevler’dir. Az sonra anlatacağımız hikaye, henüz 10 yaşında iken usta olmuş bir isim, Bedri Usta’nın hikayesi. Adana Yüzevler kebapçısını kurup onu efsane haline getirdikten sonra ayrılan ve yoluna 8 şubeye ulaşan Bedri Usta markası ile devam eden Bedrettin Aydoğdu, köprü altlarında yatarak başlayan hikayesini, buralara gelebilmek için neler yaşadığını ve hayata bakışını Storybox’a anlattı…

Bedri Usta olarak bilinen Bedrettin Aydoğdu’nun kebapçılık hikayesi, 7 yaşında Mardin’den Adana’ya gelip, kebapçı bir akrabasının yanında işe girmesi ile başlayan bir hikaye. Benzer hikayelerden daha farklı olarak Bedir Usta, deyim yerindeyse parmak kadar çocukken iş hayatına başlıyor. Okula gitme lüksü olmayan çocuklardan o. Kendisinin ardından ailesi de Mardin’den Adana’ya gelince ilk başlarda aile hayatına kavuştum diye sevinse de işler tam da istediği gibi gitmiyor. O sıra kebapçılarda çalışıyor, yatacak yer olarak da kendine evden ziyade genelde sokakları seçiyor. Zaten onun sokaklarda yatma hikayesi uzun süre peşini bırakmıyor. 10 yaşında iken Adana’da bir kebapçıda usta olarak çalışıyor, akşam da gidip bir parkta yatıyor. O günleri şöyle anlatıyor:

“Kozlu Oteli’nin yanında bir kebapçı vardı. 10 yaşındayken usta bana güvenmiş, beni usta yapmış. Sonra bir gün bir müşteri geldi ailesiyle. Kebap yiyecekler ve usta kim diye sordular. Bizim patron ‘işte usta bu’ dedi. Müşteri de ‘Bu mu usta, bu her gün Atatürk Parkı’nda yatıyor, bunun her tarafı usta olsa ne olur…’ dedi. ‘Adam Atatürk Parkı’nda yatıyorsa usta olamaz mı dedi bizim patron da. Adam ben dışarıda yatarken görmüş, yemek yemeden gittiler. Ama patron da sağ olsun hiç beni ezdirmedi onlara, gidebilirsiniz dedi.”

10 YAŞINDA TEK BAŞINA İSTANBUL’A

O dönem Adanalı olup da Yılmaz Güney hayranlığı olmayan çok az kişi vardır. Bedri Usta da Yılmaz Güney hayranı ya, filmlerinden görüp 10 yaşında atlayıp İstanbul’a gidiyor bir gün.

Topkapı’da inip sağı solu kolaçan ediyor. Ama kendi ifadesiyle ‘cin gibi çocuk’. Ne endişe var ne kaygı. Yine sokakları, köprü altlarını ve parkları kendine mesken tutuyor. O dönem Aksaray çok hareketli bir muhit. Bir gün bir lokantanın camında ‘usta aranıyor’ diye bir ilan görünce içeri dalıyor:

“İçeriye girdim, dedim size kebapçı mı lazım? Ya yürü git, senin her tarafın usta olsa ne olur, seni ne anlarsın diye beni kovaladılar. Üç gün sonra oradan geçtim, bu sefer bulaşıkçı aranıyor yazıyor aynı yerde. Bunu niye anlatıyorum, gençler iş seçmesin diye. Ben halihazırda ustayken oraya bulaşıkçı olarak girdim. Bir gün usta işten çıkarsa, ben de ‘işte usta burada’ derim diyebilmek için 3 ay boyunca çalıştım. Sonra beklediğim an geldi. Bunlar usta arıyorlar, dedim ben ustayım. Nasıl yani? Dedim ver etleri gerisine karışma. Beni bir tezgaha soktular, boyum yetmediği için kasaları koydum üst üste. Tüm etleri yaptım zehir gibi… Adamlar inanmıyor, başkası mı yaptı diyordu. 10 yaşında çok iyi bir ustaydım.

GÜNDÜZ RESTORANDA GECE SOKAKLARDA

Usta olduktan sonra dükkanda yatmaya başladım. Sabah çorba satan bir usta var, halbuki o da usta ben de ustayım ama, o büyük ben küçük olduğum için beni hala çırak görüyor. Sabah erken geliyor diyor ki, kalk bana yardım et. Oğlum ben ustayım niye sana yardım edeyim. Sonra baktım ki ben baş edemeyeceğim, patrona ben yatacak yer buldum dedim. Sonra gittim sokakta yatmaya başladım. Sabahleyin işe geliyorum. Aldığım yevmiyeyi de, sokakta yattığım için kaybolmasın diye bize patlıcan kebabı yemeye gelen bir bankacı abimiz vardı, sadece bankacı olduğu için güvenip ona veriyordum her gün. “

ADANA’DA TABLACILIKLA BAŞLADI

Bedri Usta tam 2.5 sene hem çalışır hem de sokaklarda yaşar. Sonra bir gün TRT’nin sokak çocukları ile ilgili hazırladığı programda annesi babası ponu görünce hemen atlayıp geliyorlar İstanbul’a ve Adana günleri tekrar başlıyor. Şöyle devam ediyor:

“Adana’da 14 yaşında artık ben bir dükkan açayım dedim. Mahallede amcamın yumurta sattığı bir tezgahı var, 3 tekerlekli, tabla deriz biz ona. Ne yapacaksın tablayı sen dedi, kebap satacağım dedim. Para yok pul yok. Sen tablayı ver de, gerisi kolay dedim. Amcamdan tablayı aldım, gittim tenekecide 1 metre mangal, iki tane şiş, 10 kilo kömür… Borca aldım bunları, sokakta kebap satacağım. Tabla tamam, şiş tamam, mangal tamam, ocak tamam, ateşi de yaktım. Bir tane domates yok ama. Tablayı koyduğum yerde, kasap, fırın, manav vardı. Müşteri gelir ‘bana dürüm yap’ dediği zaman, kasaptan 100 liralık et, manavdan domates, maydanoz, soğan yeşillik, pide fırınından bir ekmek, dürümü öyle satardık.

Bu iş 1 sene sürdü. Bir gün tam çalışırken bir tane araba durdu bizim tablanın önünde. Dedi ki bize 250 tane dürüm lazım, inşaat işçilerine götüreceğiz. Dedim abi bizim sadece 2 tane şişimiz var. Gittik eski çalıştığımız yerden şiş getirdik, bir günde 250 tane dürüm yaptık. En büyük ciroyu o gün yaptık. Sonra bir tane daha araba geldi durdu, dedi ki Kayseri’ye kebapçı götüreceğim, usta arıyorum. Ben ile amcamın oğlu, biz atladık Kayseri’ye gittik. Yıl 1989.”

YÜZEVLER EFSANESİ DOĞDU VE BİTTİ

Kayseri’de bir yıl çalışmanın ardından askerlik başlar. Bu arada çoktan evlenmiş ve daha 20 yaşında 3 çocuğu olmuştur ustanın. Askerden gelince yine bir dükkan sevdası başlar. Almanya’dan çalışan abisinden ve diğer kardeşlerden destek alarak borç harç bir dükkan tutarlar. Bu arada yeri gelmişken Bedri Usta hep borçlu şu hayatta. “Ben hayatımda hiç parayla iş yapmadım, kendimi bildim bileli borçla iş yaptım. En büyük sermaye itibardır. Eğer itibarın, çevren varsa, insanlar sana güveniyorsa nakit paraya gerek yok. Borçla da insan iş kurabilir. Hala da borcum var, çalışıp ödüyorum işte. Borç insanı hep dik tutar.” diye anlatıyor.

Daha 10 yaşında iken ustalık mertebesine ulaşan Bedri Usta ve kardeşlerinin açtığı Yüzevler Kebapçısı bir anda Adana’nın en bilinen kebapçısı haline gelir. Yolu Adana’ya düşen herkes ordadır, dükkan dolup taşar. Oradan İstanbul’a bir şube açarlar ama bu sefer kardeşler arası anlaşmazlık baş gösterir. Alır ceketini çıkar Bedri Usta….

Devamını şöyle anlatıyor:

“Biraderlerden ayrılmışım, boştayım, oturuyorum falan. Hiç para da yok. Güzel bir yerdeki bir kafenin karşısında oturuyorum. Kimsenin içeri girdiği yok. Girdim içeriye, ‘burayı devrediyor musunuz’ dedim, ‘evet’ dediler. Orada bir abi vardı nargile içiyordu hiç unutmuyorum. Dedim sen devretme de ben sana ortak olayım. Ben işi yapayım, dükkanı da sen ver, ortak yapalım. Önce hiç niyeti yoktu ama sonra eski Yüzevler sahibi olduğumu anlayınca tamam dedi. Altı günde ocağı, masayı, sandalyeyi, tabelayı, her şeyi borç yaptım açtık. Çalıştık, çok da güzel iş var, millet bir hafta önceden arıyor yer bulamıyor. O kadar ünlüyüm.

Sonra bir gün, pat diye kentsel dönüşüm… Dükkan yine gitti. Kalamış’ta çok sevdiğim bir abim vardı, hemen ona gittim. O bana bir yer gösterdi, sahibi ile konuştuk, sağ olsun hiç para almadan dükkanı verdi bize. Benim babam gibidir zaten Bülent abi. Ben bir açılış yaptım, 800 kişi geldi. Kimseden bir kuruş para almadım, herkesi ağırladım reklam olsun diye.”

Bedri Usta’nın şu anda kendisine ait üç restoranı, beş tane de franchise verdiği şubesi var. Sıfırdan buralara gelmek yazıyla anlatınca sanki kolay gibi ama işin arkasında öyle bir çalışma, öyle bir emek var ki… Şöyle anlatıyor:

“Benim halen bir günüm nasıl geçiyor biliyor musun, ben günde 4 saat yatıp, 20 saat çalışan bir adamım. Hayatımda 5 saat yatmadım. Sabahleyin gelirim, bir çorba içerim, sonra bütün müşterileri kapıda ben karşılarım, ben yolcu ederim. Dükkana hiçbir eleman benden önce gelmez, hiçbir eleman benden sonra gitmez. Ben açarım ben kapatırım. Her sabah işe geldiğimde, sanki bugün dükkanı açmış gibi heyecan var bende. Mesela herkesle ilgilenmezsem rahatsız oluyorum. Telefonlara bile ben bakıyorum.

Bende hedef bitmez, hedef bitti mi hayat da biter. İnsanlar diyor ki bu kadar parayı ne yapacaksın, her şey para değil ki. Bu iş bir hastalık. Ben işkolik bir adamım. Milyon dolarım da olsa, parayı koyacak yer de bulamasam, ben yine bu işi yaparım, yine hizmet ederim, yine kapıda hoş geldin beş gittin derim, parayla pulla alakası yok. İşleri sevmekle alakalı. Ben bu işten her gün zarar da etsem yine bu işi yaparım. Başka bir işim yok. Çırağı olmadığın hiçbir işin ustası olamazsın. Şu dükkana hiçbir personel gelmese bile ben burayı tek başıma işletebilirim. İnsanlara da diyorum ki, bildiğiniz işi yapın.”

spot_img

SON YAZILAR

BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR