Storybox/Özel Röportaj
İstanbul’daki üniversite eğitiminin ardından doğduğu Diyarbakır’da ilk eczanesini açan Berko İlaç’ın kurucusu Berat Beran’ın kaderi, bir iş için geldiği İstanbul’da adres sormasıyla değişiyor. İş hayatını İstanbul’da devam ettirmeye karar veren Beran arada iflas edip sıfırı tüketse de, elinde kalan Renault 9 marka arabayı satıp sermaye yapıyor ve yeniden yükseliyor. Beran, yaşadığı çalkantılı hayatı, zorlukları ve Türkiye’nin en büyük ilaç fabrikalarından biri olan Berko’nun kuruluş öyküsünü Storybox’a anlattı.
DİYARBAKIR ULU CAMİ’DE BAŞLAYAN HİKAYE
Berat Beran’ın hikayesi 1946 yılında Diyarbakır’da başlıyor. Dönemin şartlarına göre iyi bir eğitim alan Beran, liseyi de Diyarbakır Maarif Koleji’nde okuyor. Ardından İstanbul’a gelip eczacılık okuyor ve iş hayatına Diyarbakır’da Ulu Cami’nin önünde tamamen borç para ile açtığı Beran Eczanesi ile adım atıyor. Açıyor açmasına ama çok kısa sürede eczacılığın kendisine dar geleceğini anlıyor. Gözü hep daha yükseklerde… Şöyle anlatıyor:
“Eğer ben bu eczaneyi 1 yıl içinde iyi bir seviyeye getirirsem, demek bende bir cevher var. Kendi kendime konuşuyordum, kendi kendimi tartıyordum, gerçekten de 1 yıl sonra benim eczanem iyi bir yere geldi. Ben imalatçılığa nasıl başlayacağım dedim. O zaman eczanede başka bir şeyler yap. Ne yapabilirsin eczanede? Mesela ben Diyarbakır bölgesinde Güneydoğu’da korsecilik yoktu, gittim korsecilik getirdim Diyarbakır’a. Bel korseleri, servikal korseler, ortopedi malzemeleri getirdim. Ortopedik bot yaptırmaya başladım. Farklı bir eczane çıktı ortaya.”
Eczanede farklı şeyler deneme isteği bununla da bitmiyor. O dönem rakı şişelerinde satılan ve adına sarı su denilen haşere ilaçlarına göz dikiyor. Bu aslında jenerik bir ürün, hepsi aynı. Peki ne yapıp da farklılaşmak lazım? Beran, bu sarı suları rakı şişesinden kurtarıp ilaç şişelerinin içine koyuyor, güzel kapaklarını yapıyor, hatta bir de ‘haşerelere son’ anlamına gelen isim veriyor: Haşeson… Şimdilerde herkes markalaşma konuşuyor ya, bu da 50 yıl önceden bir markalaşma stratejisi…
SARI SU DEĞİL, ‘HAŞESON’
Beran’ın yaptığı bu Haşeson bir anda Diyarbakır’da çok tutuyor. İnsanlar artık ‘sarı su’ değil, ‘Haşeson’ satın almak istiyor. Gerisini Beran, şöyle anlatıyor:
“Diyarbakır’da öbür eczanelerden de istemişler. Onlar da bakmışlar bu ne? Bu Berat başımızı belaya koymuş, Haşeson nedir? Aradılar beni sen ne yapıyorsun diye. Size de göndereyim dedim, siz de satın. 10 tane ona, 20 tane öbürüne derken, ben oldum imalatçı, hoşuma gitti, para da kazanıyorum. İlaç gibi yüzde 20 kazanmıyorum, yüzde 100 yüzde 200 kazanıyorum. Başladım yakın vilayetlere gitmeye. Bir de baktım, dünya kadar mal Mardin’e sattım. Gittim Batman’a. O yaz sonunda ucu taa Van’da çıktı. Eczaneden çok para kazanmışım. İkinci sene onun fare zehirini yaptım Nakavt diye, yani fareyi nakavt ediyoruz. Hoşuma gitti ve Beran Laboratuvarı adı altında laboratuvar kurdum Diyarbakır’da.”
HEPSİNE ORTAK OLALIM DİYE YALVARDIM
Hikayenin bundan sonrasını ‘Diyarbakır’da kurduğu laboratuvar çok iyi gitti, işler büyüdü ve Berko İlaç’ın temelleri bu laboratuvardan atıldı’ diye bekliyor olabilirisiniz ama öyle olmuyor. Aslında o laboratuvarda yaşanan başarısızlıklar fikren yolu açıyor ama ilk imalat işi pek yolunda gitmiyor. Çünkü Beran’ın satışı iyi ama tekniği biraz zayıf. Kimse de kendisine imalar konusunda yardımcı olmayınca hem ailevi nedenler hem de bazı komik olaylar neticesinde Diyarbakır’da laboratuvar işi bitiyor. Beran, o dönemi şöyle anlatıyor:
“Mahalle arasında laboratuvar kurdum, 10 bin şişe oksijen yaptım. Ama bu oksijenin içine antifebrin konulması gerektiğini bilmiyorum. Bir de baktım gece bir telefon, çağırdılar beni, gittim mahalleye ki Allah’ım polisler, bütün emniyet orada. Bir şişe düşmüş patlamış, biri patlayınca öbürünü düşürmüş 10 bin şişe yere düşmüş. Pat pat pat, silahlı mücadele zannetmişler, terör zamanı da. Ortada ne terörist ne kurşun var. Bakmışlar ki dükkandan geliyor bu ses. Beni çağırdılar bu ne, bu oksijendir. Bunun gibi çok gülünç olaylar başımdan geçti. Ben Diyarbakır’da bütün eczacılara yalvar yakar gelin ortak olalım, güzel bir şey kuralım dedim ama hiç kimse gelmedi benimle. Ama iyi ki yapmışım. Bugün Türkiye’nin en modern fabrikaları haline geldi o yaptığım işler. Onları yapmasaydım bugün burası olamazdı. Bir yerden başlayacaksın.”
Diyarbakır’dan ayrılmaya karar veren Beran önce İzmir’e geliyor. İzmir’i çok beğeniyor, yerleşmeye karar veriyor. Ancak arada bir iş için İstanbul’a gitmesi gerekli. Zaten kaderinin döndüğü yer de bu yolculuk… Şöyle anlatıyor:
KADERİN AĞLARINI ÖRDÜĞÜ YOLCULUK
“Kadıköy’den Karaköy’e geçeceğim, Kuto Han diye bir yer arıyorum. Vapura binerken çocuklar gazete satıyor, aldım gazeteyi. Yolda okudum, inerken ‘abi okunmuş gazeteni verir misin’ dedi, verdim. Ben onu verir vermez, çocuk onu aldı diğer vapura koştu, orada vapura binene sattı. Şöyle bir uyandım, ulan bu ne iştir dedim. Geldim Karaköy’de sokakta boyacıya Kuto Han’ı sordum. Açtı çekmeceyi, dedi ‘abi bir çorba parası atsana’. Yahu ne çorba parası, ben ayakkabımı boyatmayacağım ki sana adres sordum. ‘Abi bu vapurdan inenin yarısı bana adres soruyor’ dedi. İyi dedim çıkardım 10 lira verdim. Ne yaptı biliyor musunuz? Dedi ‘kafanı kaldır bak.’ Kafamı kaldırdım Kuto Han’ın altındayım. İşte o bir eldi bana uzanan. Ben İzmir’e gitmeyeceğim dedim, para İstanbul’da. Bir boyacı adres satıyor, para kazanıyor evini geçindiriyor, ben eczacıyım ben ilaç satamayacak mıyım?”
Eski laboratuvarını İstanbul’a taşıyan Beran, bir işçi, bir mesul müdür ve temizlikçi ile kendi yağında kavrulmaya başlıyor. Ama bir taraftan daha fazla şey yapmak istiyor ve bir karar veriyor:
“Bana Diyarbakır’daki eczanemden bir miktar para geliyor. Kesinlikle dedim bu paraya dokunmayacağım. Bu benim evimin çoluğumun çocuğumun tencere parasıdır. Eğer bu iş yerinde hayat varsa kendi kendine yükselir. Şu kararı verdim; ilaç sanayi 150-200 sene evvel kurulmuş. Bu adamların dedeleri kurmuş, dedelerimin babası. Benim babam Türkçe bilmiyor, okur yazar değil. Ben onun için kendime has kulvar seçmeliyim. Neydi bu kulvar? Orijinal ürün, değişik ürün, inovatif ürün yaptım.
Eczanedeyken aklıma gelmişti, serum fizyolojik burun damlası. Bunu Türkiye’de ilk ben yaptım mesela. Beni 20 yıl geçindirdi İstanbul’da ve sanayiye hazırladı. Ama gün geldi o damlanın esprisi bitti, 50 kişi imal etmeye başladı. Fakat ben müşteriler ve ecza depoları tarafından çok sevilen bir insandım. Benim malım varken, bu Berat’ın hakkıdır deyip Türkiye’nin en büyük ecza depoları beni desteklediler. “
DOKTORLARIN ODASINA ŞURUBU BIRAKIP KAÇTILAR
Beran, Türkiye’ye ilk çinkoyu da kendisinin getirdiğini söylüyor. Henüz çinkonun sağlık için gereğini pek kimse bilmezken bir çinko şurubu yapıyorlar. Ama 3 kişilik bir ekip, ne pazarlama gücü ne tanıtım var arkasında. Berat Beran değişik bir karar veriyor:
“Çocuk doktorları çinkonun önemini biliyor ama Türkiye’de şurubu yok, tableti yok. Biz üniversitelerin çocuk kliniğine gideceğiz dedim arkadaşlara. Türkiye’deki bütün fakülteleri bu 3 kişi gezeceksiniz, çocuk doktorlarını bulacak, odasından içeri girip bir tane orijinal şurubu masalarına koyup kaçın dedim. ‘Ya Berat Bey oraya kadar gitmişken ne kaçalım?’ Elimizde ne bir broşür var, ne bir şey var, hiçbir şey yok. Bilgi bile yok. Ya adam sorarsa size bir iki bir şey, siz içinde kalırsınız, cevap veremezsiniz dedim. En iyisi bırakıp kaçın.
Bir ay içinde Türkiye’de reçete patladı bu metotla. Bıraktık, kaçtık, bıraktık, kaçtık. Bütün fakültelere. Adam gördü, ‘Aaa çinkonun şurubu çıkmış’ başlatılar reçeteye işler uçtu. O patlayınca ben de patladım. Arabalar, elemanlar başladı… Bu o kadar hoşuma gitti ki benim…”
İşler büyümeyince başlayınca haliyle laboratuvar yetmiyor ve Beran borç harç bir fabrika alıyor. Kendi ifadesiyle fabrikaya taşınmak için araba parası bile yok cebinde. Neyse, bir şekilde taşınma işi halloluyor ve bir telefon geliyor fabrikaya. Gerisini Beran anlatıyor:
“Bir telefon geldi bana. Beyefendi dedi, sizin aldığınız bu yer bize fason iş yapardı, siz de yapar mısınız? Yaparım dedim, buyurun. Ertesi gün 3 kişi geldi, biri Hollandalı. 15 gramlık naylon poşetin içinde bir toz şeker düşünün. Bunu ben kutuya koyacağım, onu da koliye koyacağım. Bir de bir sürü tablet var, tablet basılmış, ben onları şişeye koyacağım. Dedi ki Berat bey ne istersin. Hayatımda ne fason duymuşum, ne biliyorum, kaça yapılır, şaşırdım.
2.5 AY İÇİNDE FABRİKANIN PARASI ÇIKTI
1 lira desem adam kızar gider mi acaba? 150 bin kutu. 150 bin lira da büyük para. 1 ayımı kurtarırım onunla. Ben ne söyleyeyim acaba adam kızar gider mi, yoksa çok mu ucuzdur, 2.5 lira mı söyleyeyim? Siz söyleyin dedim fiyatı. O Hollandalı bir şeyler söyledi ama anlamadım. Bu four’lu mourlu bir şey söyledi ama dedim bu bana 4 lira verecek. Gayet iyi para. Meğer 40-42 lira arası diyormuş. Düşünsene, fabrikayı ben 17 milyona almışım, 2.5 ay içinde 22.5 milyon lira o fabrikaya fatura kestim.”
RENAULT 9’UNU SATIP SIFIRDAN BAŞLADI
İşler bir taraftan iyi gidiyor ama bir taraftan ortağıyla aralarında problem çıkmaya başlıyor. 1994 yılına gelindiğinde ise hem kriz, hem doların patlaması hem de ticari problemleri nedeniyle iflas bayrağını çekiyorlar. Ama o zor durumda yine ‘biz senin ölmene müsaade eder miyiz Berat’ diyen müşteriler ve ecza depoları sahip çıkıyor kendisine. O sıra eşinin Renault 9’undan başka bir şey yok elinde. Onu satıp tekrar ilaç yapmaya ve şişeleyip satmaya başlıyor. Şu anda içerisinde 800 kişinin çalıştığı ve yollarda 400 arabasının döndüğü Türkiye’nin en büyük ilaç fabrikalarından biri olan Berko İlaç’ın doğuşu da bu şekilde başlıyor.
Beran, “Türkiye’de çıkan pediatri reçetelerinin hepsinde bir Berko ürünü vardır. Ama durmayız, durmuyoruz. Var gücümüzle çalışıyoruz. Çünkü durduğun an gerilersin. Durmak gerilemek demektir.” diyor.
FİLM GİBİ HAYAT HİKAYESİ
Berat Beran’ın iş hayatı dışında kendi hayat hikayesi de film gibi. Diyarbakır’da dönemin önemli kabadayılarından biri olan Halil Beran’ın oğlu. Babası şehirde nam saldığı için kendisini de tanıyorlar ve pek kimse ona bulaşmıyor. Belki de oradan aldığı rahatlıkla okuyor okumasına ama derslerle arası pek yok. Babası ise onun okumasını ve iş güç sahibi olmasını istiyor. Hatta bir keresinde derslerindeki başarısızlıklarından sıkılıp önüne bir silah bir de kalem koyup ‘seçimini yap’ diyor. İşte orası da hayatının dönüm noktalarından biri.
Üniversite de çok başarılı bir öğrenci değil aslında. Sınıf arkadaşları derslerde kendisine çok yardımcı oluyor, ancak o şekilde mezun olabiliyor. Bununla ilgili bir anısı da son derece ilginç. Şöyle anlatıyor:
“Başarı dediğin, çalışmak, çalışmak, çalışmak. Çok süper zeka olmaya gerek yok. Beni mesela fuarda bir sınıf arkadaşım gördü, ‘sen ne oturuyorsun Berko standında, kalk dolaşalım’ dedi. Benim burası dedim. ‘Ya sen kimsin Berko’nun sahibi olmak kim.’ Vallahi benim diyorum inanmıyor. ‘Oğlum sen hepimizin desteğiyle okulu bitirdin.’ Hakikaten beceremiyordum. Bir de kız arkadaşlar da çok yardımcı oluyordu, acıyorlardı bana, evli, çocuklu falan.Ne kadar düşersen düş, illa kalkabilirsin. Corona zamanında benim aylık giderim 25 milyondu, cirom 10 milyona düşmüştü. Ama yine ayakta durduk. Ayakta duracaksın çabalayacaksın.”