Tesadüfen başladı, zirveye çıktı / Voleybolun ‘demir leydi’si

SportBox’ın bu haftaki konuğu Türk voleybolunun efsane isimlerinden Neslihan Demir… Eskişehir’de doğan ve şehrinin takımı DSİ Bentspor’da voleybola başladıktan sonra 14 yaşında İstanbul’a gelen Demir; sırasıyla Yeşilyurt, Vakıfbank, Tenerife, Eczacıbaşı ve Galatasaray formaları giydi. Tesadüfen başladığı voleybolda dünyanın en iyileri arasına giren Neslihan Demir, yaşadığı şampiyonlukların yanı sıra aldığı ödüllerle de kendi döneminin en çok konuşulanlarından biri oldu. Çocukluk döneminden İstanbul’a gelişine, yaşadığı zorlu süreçlerden anılarına kadar birçok şeyi anlatan ‘Demir Lady’ lakaplı eski milli voleybolcu, “Ben ilk profesyonel maçıma çıkana kadar belki de bin saat antrenman yaptım. Bir şeylere sabretmek lazım. Şimdiki gençler sabırsız, hemen olsun istiyorlar. Geliyor aileler, ‘9-10 yaşında çocuk ne zaman Filenin Sultanı olur?’ diyorlar. Hiçbirimiz bir anda olmadık. O tarafı kaçırıyorlar, orada verilen emek, o saatlerce antrenman yapma, sakatlık, ne bayram bilirim ne seyran. Bunu görmezden gelip, burayı hemen atlayıp bir anda olmak istiyorlar ama bence tek tek bu işin sırrı sabır” sözlerini sarf ediyor.

1983 yılında Eskişehir’de doğan Neslihan Demir, memur bir ailenin tek kızı. Aile apartmanında büyüyen ve güzel bir çocukluk geçiren Demir’in voleybolla tanışması ise 12 yaşında olmasına karşın öncesinde küçük bir atletizm ve basketbol geçmişi de var. İlkokul beşinci sınıfta bir arkadaşı ile basketbola başlamasına karşın, basketbolun o temaslı oyunundan fazla hoşlanmıyor ve kısa süre içerisinde bırakıyor. Ortaokulun başında ise atletizme seçiliyor. Evlerinin stadyuma çok yakın olması nedeniyle ailesi de destekliyor ama orada da devamlı koşmaktan canı sıkılıyor. O günleri şöyle anlatıyor:

“Koş Allah koş.. Durmadan, döne döne koşuyoruz. Antrenöre soruyoruz hocam ne kadar kaldı diye, 10 dakika daha kaldı diyor daha hızlı koşuyoruz. Bir gün ben artık dayanamadım, çünkü durmadan koşuyoruz, başka hiçbir şey yapmıyoruz. Bizim eve çok yakın olduğu için stadyumun çıkışından kaçtım, eve kadar koştum, atletizm sahalarına veda ettim. Birkaç ay antrenörüm kovaladı beni niye gelmiyorsun diye ama yok yani, bir amaç bulamadım. Sürekli koş koş koş, bir şey yok.”

KIZ ÇOCUKLARI AYAĞA KALKSIN

Voleybola başlaması ise tamamen tesadüf. O zamanlar okullarda sporcu seçimine yönelik taramalar yapılırken, Neslihan da fiziği ile hep dikkat çekenlerden. Yine bir gün taramaya gelirler ve ‘kız çocukları ayağa kalksın’ derler. O günü ve sonrasını şöyle anlatıyor:

“Ayağa kaldırınca bir şeyler çaktım, her halde uzun boyluları alacaklar yine dedim. Parmak ucuma kalktığımı hatırlıyorum beni de seçsinler diye. ‘Pazartesi gelin voleybol oynayacağız DSİ Bentspor’da’ dediler ve ben de öyle gittim yine. Sonra annemlere söyledim beni voleybola seçtiler diye ama o güne kadar sabıkalı olduğum ve adım maymun iştahlıya çıktığı için ‘sen zaten sıkılırsın’ dediler. Bir de çok zayıf bir çocuktum, yemeği hiç sevmezdim. Voleybola başladıktan sonra antrenörlerimiz, makarna yemelisiniz, protein ve karbonhidrat dengenizi yapmanız lazım filan derken ilk defa 12-13 yaşımdayken annemden makarna ve tavuk istedim. ‘Yarabbim, sana şükürler olsun bu çocuk ilk defa benden yemek istedi’ diye annemin evde koştuğunu hatırlıyorum. O zaman biraz annem destek vermeye başladı çünkü yemek yiyorum, bir annenin çocuğuna yedirmesi, beslemesi kadar kutsal bir şey yok. Onu da yapabildiği için annem babama ‘aman gitsin, çok güzel yemek yiyor’ dedi ve ben öyle başladım. “

14 YAŞINDA İSTANBUL YOLLARI

Ailenin tek kızı olduğu ve aile apartmanında yaşadıkları için biraz şımarık büyüyen ve hiç zor iş yaptırılmayıp her talebi karşılanmaya çalışılan Neslihan için dönüm noktası İstanbul’a gitme kararı olur. Henüz 14 yaşında iken voleybol sevdası uğruna İstanbul yoluna düşecek olmasını ailesi hiç bir şekilde onaylamaz ve izin vermez. Devamını şöyle anlatıyor:

“Annemin de babamın da İstanbul’la ilgili fikri yoktu ama orası çok büyük şehir, sen yapamazsın, edemezsin… Annem bir yandan ağlıyor, babam olmaz diyor falan. Sonra bir şekilde dedim ki, ‘tamam yapamayayım ama ben bu şansı hak etmiyor muyum? Yapamazsam beni bir daha eve almayacak mısınız? Bu da benim hayatım ve böyle bir şeyi denemek istiyorum, bana destek olur musunuz?’ Bu sefer babam, ‘Gidiyorsun madem ama en iyisini yap da gel’ dedi. Tamam bakacağız baba dedim ve gittim. Çok enteresandı, 14 yaşımda iki tane arkadaşım ve antrenörümüzle aynı evi paylaşıyorduk. Tabi bana göre diğer kız arkadaşlarım daha sorumluluk sahibilerdi. Ben çünkü uzunca bir süre o çamaşırların, tişörtlerin, kendi kendine dolapta ütülenmiş bir şekilde var olduğunu düşünüyordum, birilerinin bulaşık, çamaşır yıkaması gerekiyormuş. Bunlar benim baya yüzüme çarptı, adapte olamadım. O dönemde de annem çok sık gitti geldi, babam o esnada çalışıyordu. 1-1.5 sene sonra babam emekli oldu ve baktılar olmayacak onlar taşındılar yanıma.”

HAYATI SALONLA EV ARASINDA GEÇTİ

Neslihan Demir için gerçek voleybol günleri İstanbul’da başlıyor. Bir sürü fedakarlık, çalışma, antrenmanlar, maçlar… Sabah 6’da kalkıyor, okula gidiyor, 10.30’da idmana, ardından yıldız takım idmanına sonra da A takım antrenmanına. Şöyle anlatıyor:

“Hayatımın o dönemi sadece spor salonu ve ev arasında ve bir parça da okulda geçti diyebilirim. Çok yorucuydu, şu an mesela o kadar gözümde büyüyor ki, o tempoyu nasıl yapabildiğime inanamıyorum hala. Ama bir taraftan da çok keyifliydi. Çok sevdiğiniz bir şeyi günde 3 defa yapmanıza izin veriyorlar, nefis bir şeydi. Tabi çalıştıkça da meyvelerini veriyor. Daha iyi bir oyuncu olmaya başlıyorsunuz, daha çok sorumluluk almaya başlıyorsunuz ve antrenör de bunu görüyor ve size daha fazla sorumluluk vermeye başlıyor. Böyle çorap söküğü gibi geldi aslında.”

Voleybol gerek antrenman temposu ile gerek maç stresiyle çok zorlu bir spor. Bir yandan oynarken bir yandan da psikoloji yönetmeyi bilmek lazım. Neslihan Demir şöyle devam ediyor:

“Bir maç kaybediyorsun, ben bırakıyorum diyorum, olmayacak, tamam olmuyor, ben yapamıyorum herhalde… Bu her zaman olan bir şey, biraz uçlarda yaşıyoruz biz, pek gri alanlar yok hayatımızda. Hayatımız sadece voleyboldan ibaret olduğu için siyah ve beyaz var. Ya kazanıyorsunuz ya kaybediyorsunuz, beraberlik de yok, o yüzden ya çok mutlusunuz, ya çok üzgün. Bir maç kaybedildikten sonra soyunma odasına gidip üzerini değiştirip eve gidene kadar 100 defa bırakıyordum. Sabah kalkıyorsunuz, yeni bir gün, yeni bir hedef.”

YETENEK VE SIKI ÇALIŞMA

Neslihan’a göre başarının bir sırrı yok, belki doğru zamanda doğru yerde olmak, doğru çalışmaları yapmak. Sadece yetenek yetmiyor, yetenek bir yere kadar getirse de sonrasında disiplin ve planlı programlı çalışmanın da yeri çok büyük. Gençlere ise en önemli tavsiyesi sabır:

“Tek bir tavsiyem olabilir, çok sabırlı olmaları lazım. Çünkü şu anki gençlerimiz, ben de bir Z kuşağı çocuk yetiştirdiğim için biliyorum, hiç sabretmiyorlar, hiçbir şeye. Halbuki çok sabırlı olmaları lazım. Ben ilk profesyonel maçıma çıkana kadar belki de 1000 saat antrenman yaptım. Sadece bir maça çıkmak için. Şimdiki gençler hemen olsun istiyorlar. Aileler geliyorlar, 9-10 yaşında çocuk ne zaman Filenin Sultanı olur?. E yarın gelsin başlasın hani… Hiçbirimiz bir anda olmadık, o tarafı kaçırıyorlar. Orada verilen emek, saatlerce antrenman yapma, sakatlık, ne bayram bilirim mesela ne seyran… Bizim hiçbir zaman bayramımız olmadı. Bunu görmezden gelip, burayı hemen atlayıp bir anda olmak istiyorlar ama bence tek tek tek sırrı sabır.

Girdiğiniz tempo hiç kolay bir tempo değil. Ne üzülmeye vaktiniz var, ne de sevinmeye. Cumartesi Çarşamba, Çarşamba Cumartesi devamlı maç var. Önemli bir maçı kazansınız bile Çarşamba günü başka bir önemli maçınız var ve ne üzülebiliyorsunuz ne sevinebiliyorsunuz. Sadece sona odaklanıyorsunuz ve o sizi yüksek tutuyor. Üstelik bu çok nankör bir spor. Bir hafta bırakırsınız, o sizi bir ay… İstediğiniz kadar maraton koşun her gün, sahaya girdiğinizde nefes nefese olursunuz çünkü bu sahanın içindeki fitnes farklı bir şey. “

VOLEYBOL NE KAZANDIRDI

Neslihan’a göre voleybol birçok takım sporundan daha da takım sporu. O anlamda voleybolu 5-6 seneden sonra bıraksa bile yine de bir şeylerde fark yaratacağını düşünüyor:

“Beni hayata o kadar güzel hazırladı ki, en büyük ve en önemli parçası yardımlaşma ve empati. Sadece kendi performansımızla hiçbir zaman maçı kazanamıyorsunuz, hiç bir garantisi yok. Yanınızdaki arkadaşınızın performansı yanında empatiyi getiriyor. Bir çarkın dişlileri gibi hareket etmeniz gerekiyor. Bu anlamda da bence hiç bir yerde öğrenilmeyecek bir alışkanlık. Bunu çok küçük yaşlarda öğreniyorsunuz ve elit bir sporcu olmasanız bile sizi hayata sizi 1-0 önde başlatıyor.”

Neslihan kendi kişilik özelliklerini anlatırken, bir dışardan görüneni bir de içinde kopan fırtınalara vurgu yapıyor. Şöyle devam ediyor:

“Ben pek cesur değildim ama öyle davranıyordum, kimse arasındaki farkı anlamıyordu. Ben de çok korkuyordum, 24-24’te servise gittiğimde bacaklarım titriyordu ama çaktırmadığım için galiba bu beni öne çıkardı ve bir alışkanlık olmaya başladı. O ilk kapıdaki eşikten adımı atamazsınız ama attıktan sonra gerisi gelir ya, ben de bir çok kritik yerde risk alıp sayı kazanmamla o eşiği atladım. Ondan sonra da herkes benim cesur ve gamsız olduğumu düşündü. Halbuki içimde benim de fırtınalar kopuyordu, bacaklarım titriyordu, kalbim güm güm atıyordu ama vallahi cesur gibi davranınca kimse anlamıyor aradaki farkı.

GELİŞİNE YAŞIYORUM HAYATI

Bir de ben kendimi gerçekten hayatımı anlamlı kılmak için kasmıyorum, gelişine yaşamayı çok seviyorum. Benim için bir şeylerin anlamı olmasına gerek yok, o an bana keyif veren, bendeki boşlukları dolduran her şeyi çok seviyorum ve ona göre yaşıyorum. Hiçbir anlam arayışı yok hayatla ilgili çünkü anlamsız buluyorum başlı başına.

Gelişine yaşıyorum, ne kısa ne uzun vadede, kafama estiği anda her şeyi yapmak istiyorum. Öyle de yapacağımı düşünüyorum. Şu an çok mutluyum, Vakıfbank’ta yöneticilik yapıyorum. Bir takıma en yakın olabileceğim, o rekabeti tekrardan yaşayabileceğim en güzel noktadayım. Burada çok keyifli, o maç atmosferini belki oynamıyorum ama kenarda çok daha heyecanlı oluyor. Kendime tespih aldım zaten, ya sabır ya selamet diye. Çünkü hiçbir şey yapamıyorsunuz ya, girip o sahaya atlayasım var bazen. Yumruklar vuruyorum, çok heyecanlanıyorum keşke oynayabilsem diye. Ben olsam şunu yapardım falan diye ama artık böyle taşkınlık seviyesine varınca tespih çekmeye başladım, sakin olmaya çalışıyorum. “

Hayatta herkesin birden çok şapkası var. Neslihan’a göre burada önemli olan doğru zamanda doğru şapkayı takmak. Sadece zamanlamaya dikkat etmemiz gerekiyor:

“Ben hep söylüyorum. Dünya şampiyonluğu, kariyer, sporculuk tamam ama eve girince kızımın annesiyim ben. Orada benim sporcu şapkamı çıkarıp yerine anne şapkamı takıp bir şey yapmam lazım. Ben de herkes gibi markete, alışverişe gidiyorum, yemek yapıyorum, temizlik yapıyorum. Bunların hepsi bir insanın hayatında olması gereken şeyler ve doğru zamanda doğru yerde yapmaya çalışıyorum.

Mesela 7 yaşına kadar benim şöhretimi pek bilmiyordu, ben de zaten oturup ‘bak ben neler yaptım’ diye anlatmıyordum. Bir gün babası anlatmış, bu eve geldi çantasını fırlattı, anne sen neymişsin ya diye… Dedim ne oldu? Sen işte onu yapmışsın, bunu yapmışsın… Çok etkilendi. Babası artık nasıl anlattıysa, kendini Neslihan Demir’in kızıyım diye tanıştırıyordu birkaç ay adapte olana kadar. Çok gülüyorduk, diyoruz ‘saçmalama sen kendini normal tanıştırsana kızım ne öyle, herkes beni tanımak zorunda değil.’ Sonra toparladı, artık beni beğenmiyor.”

spot_img

SON YAZILAR

BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR