SportBox’ın bu haftaki konuğu spor yazarı ve yorumcu Mehmet Demirkol… Galatasaray Liseli Fenerbahçe taraftarı olan Demirkol, çocukluk döneminden eğitim hayatına, sektöre girişinden yaşadığı birçok detaya kadar her şeyi anlattı. “Ben Fenerbahçeliyim, hep bunu söylerim” diyen Demirkol, “Ama Fenerbahçelilerin hoşuna gitmeyen bir Fenerbahçeliyim. Eski Fenerbahçeli Mehmet Demirkol’u düşünüyorum, hoşlanmazdım benden” diyor…
Mehmet Demirkol, İstanbullu bir anne ile Hataylı bir babanın 1970 yılında İstanbul Beyazıt’ta doğan oğlu. Babasının askerlik görevi nedeniyle 2 yıl Gökçeada’da yaşadıktan sonra İstanbul’a geri dönüyorlar. İlkokul beşinci sınıfta girdiği sınavda Galatasaray Lisesi’ni kazanınca bir bakıma kaderi de çizilmiş oluyor. Ancak okul hayatı çok rahat geçmiyor Demirkol’un. Babasının işleri bozulup iflas edince 13 yaşından itibaren yazları çalışıp ailesine destek oluyor. Galatasaray’daki lisan bilgisi sayesinde genelde turizm sektöründe çalışıyor ama bir yandan da ne bulursa onu yapıyor. Hatta şimdiki çocuklara bakınca ‘bunlar çok rahat büyüyor galiba başka bir şey yapmak lazım’ diye de düşünmeden edemiyor.
Galatasaray’da geçen 7 yıllık orta öğretim sürecinin ardından diplomat olma amacı ile üniversite sınavına giriyor. İlk hedef Mülkiye ama yarım puanla kaçırıp Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi bölümünün yolunu tutuyor.
Üniversite ile birlikte yazı dünyasına da giriyor Mehmet Demirkol. Galatasaray’dan bir arkadaşının metin yazarı arandığını söylemesi üzerine belki kendi bölümü ile ilgili yapacağı işin yarısına yazmayı tercih ediyor. Metin yazarlığı devam ederken yine bir tanıdığı vasıtasıyla Milliyet bünyesinde yeni çıkan bir gazete olan Gazete Pazar’da yazması teklif edilir. Şimdikiler çok iyi bilmez ama o zamanın Gazete Pazar’ı için şimdinin New York Times’ı gibi denebilir. İçinde ekonomisinden sporuna bir dolu içerik var. Demirkol’un yazısı beğenilince bir süre daha burada yazmaya devam eder. Arkasından askere gider ve maalesef o acı gün, 17 Ağustos. Gölcük’te denizci olan Demirkol hayatta kalır ama arkadaşlarının naaşlarını ailelerine teslim etmesi onda ciddi bir travma yaratır. Askerden dönüşte kapalı alan korkusu da başlar. O dönemin spor müdürlerinden Altan Tanrıkulu’nun önerisiyle bir gazetede spor yazmaya başlar, arkasından biriktirdiği para ile Amerika’ya gider, dönüşte de kadrolu olarak Radikal Gazetesi’ne girip artık resmen gazeteci olur.
MUHABİRİ KORUYACAK KURUMLAR KALMADI
Spor gazeteciliğinde çok önemli bir geçmişi olan Mehmet Demirkol şimdiki duruma baktığında ise fazla umutvar değil. Muhabirlerin maalesef sadece kendini taraftarlara beğendirerek iş yapmak zorunda kalmaları meslek adına onu çok üzüyor. Şöyle konuşuyor:
“Bir transferde böyle bir sakatlık varmış desen bile linç edilebilirsin. Burada kurumun seni koruması lazım, ancak öyle güçlü kurumlar kalmadı. Eskiden de yöneticiler gazete patronlarına, muhabirleri, yazarları şikayet ederlerdi ama korunurdu onlar. Ben kendimden biliyorum, müdürler bize aksettirmezlerdi bile. Şimdi öyle değil, hemen kulağınız çekiliyor ya da işinizden olabiliyorsunuz. Nereye arkalarını dayayabilirler, camiaya, yöneticilere, başkanlara, taraftarlara… Başka çaresi yok. “
BİLGİYİ TERK ETTİK, MİKRO MİLLİYETÇİLLİK ORTAYA ÇIKTI
Demirkol, gazeteciliğin ve muhabirliğin takımlara göbekten bağlı hale gelmesinin bir anlamda mikro milliyetçilik yarattığının altını çiziyor:
“Eskiden Türkiyemiz derken, şimdi Fenerbahçemiz, Galatasarayımız vs oldu. Hatta takımların içinde bile bölünmeler iyice ayyuka çıkmış durumda. Kişilerin etrafında toplanıp, orada bir mikro milliyetçilik oluşturuluyor. Fatih Terim sevenler ve Fatih Terim düşmanları, Aykut Kocamancılar, Ersun Yanalcılar… Aslında bu topyekün sosyolojik bir vaka. Hayatın her alanında, bir şarkıcıyı severken de böyle seviyoruz, bir politik lideri severken de. Tamamen kimlik üzerinden. İçerik, bilgi üzerinden değil. Bunu sık sık söylüyorum; bilmenin zıttı bilmemek değildir. Bilmenin zıttı, ruhani olanı bir tarafa bırakıyorum, inanmaktır. Bir şeyi bilirsin inanırsın. Biz inancın üzerinden her şeyimizi döndürdüğümüz için Fatih Terim’e, Aykut Kocaman’a, o lidere, bu lidere inanıyoruz sonuna kadar. Bilginin ne olduğu bizim için önemli değil. Değiştirebilir miyiz, değiştiremeyiz. Bilgiyi terk etmiş durumdayız. Ama bu Türkiye’ye özgü bir şey değil, dünyanın bir çok yerinde de benzer durum var.”
Demirkol, gazeteciliğin mesafeyi koruma sanatı olduğunun altını çiziyor. Bakmayın şu andaki iç içe geçmiş ilişkilere ve taraftara oynanan gazeteciliğe, aslında olması gereken çok daha farklı. Şöyle anlatıyor:
“Biz ustalarımızdan şunu öğrendik, gazetecilik mesafeyi koruma sanatıdır. Ne çok yakın, ne çok uzak. Yöneticiyle beraber tatile çıkarsan, onun otelinde kalırsan değerin kalmaz. Ondan sonra onunla ilgili haber yapmak zordur artık. Ama beraber bir yere yemeğe çıktınız, ya da öyle icap etti, sen hesabı ödüyorsan, ki gazeten sana veriyor parayı, o zaman iş başka oluyor.
Çok yapılabilir bir şey mi gazetecilik, çok değil. Ama mümkün olduğunca bahçeni temiz tutmaya çalışıyorsun. Ben kendi bahçemi temiz tutmaya çalışıyorum. Hata yapmış mıyım, yapmışımdır. Ama o mesafeyi ayarladığımı düşünüyorum. “
AL SURİYELİ NÜFUSU FUTBOLCU YAP
Demirkol futbolla ilgili düşüncelerini anlatırken insan kaynağını kullanmanın ve ekonomiyi denetlemenin önemine vurgu yapıyor. Aslında bu sadece futbolla ilgili değil, hayatın her alanıyla ilgili bir durum. Yönetebilmek, denetleyebilmek ve planlayabilmek bambaşka meziyetler:
“Ekonomiyi iyi denetlememiz lazım. Zamanında Efes’te oynarken Noumoski’yi Asvel istemişti. Ama Fransa Basketbol Federasyonu ekonomik duruma bakarak izin vermedi. Bizde bunu söyleyebilecek federasyon var mı? Zaten genel olarak problemimiz bu. İşimiz görülsün, kuralların yanından, arkasından dolaşalım… Sadece sportif açıdan değil, hayatın genelinde bu var. İlk olarak ekonominin denetlenmesini değiştirelim. Çok iyi denetlediğin zaman sorunların büyüğünü halledersin. Biz 1.5 milyonluk oyuncuya 3.5 milyon Euro para verip havaalanında karşılıyoruz. Bunu böyle devam ettirirsen olmaz ki.
Belçika’nın elindeki genç nüfus kadar bizde Suriyeli nüfus var, al onları futbolcu yap. Afgan genç nüfus var, onları yap. En önemli kaynak insan kaynağıdır. Nijeryalı futbolcuları kim daha iyi yetiştiriyor? Nijeryalılar mı İngilizler mi? Önemli olan insan kaynağını iyi yönetmektir. Dünyadaki tek kaynak insan kaynağıdır. Doğru insan kaynağına sahipsen Ay’da da koloni kurarsın. Biz insan kaynağını kullanamıyoruz, problemimiz bu. Ekonomisini ve adaletini doğru sağlarsan ve doğru kurarsan insan kaynağı da bak nasıl gelişir.
GALATASARAY LİSELİ FENERBAHÇELİ
Mehmet Demirkol bir Galatasaray Liseli ama Fenerbahçeli. Hatta 4-3’lük efsane maç sonrası okula sarı lacivert kazakla gidecek kadar Fenerbahçeli. Ama bir yandan da Fenerbahçelilerin hoşuna gitmeyen bir Fenerbahçeli. Yanlış anlaşılmasın, bu bizim yorumumuz değil, kendi ifadesi. Çünkü yorumları sadece takıma veya sonuca odaklı değil, ne gördüyse onu söylüyor, ne eğriyse onu yazıyor. Taraftarın ağzına bir parmak bal çalmak gibi bir derdi hiç yok. Bu yüzden klasik bir taraftarın hoşlanmaması da normal.
ÇOK DA KENDİNİZİ ABARTMAYIN
Biz SportBox’ta genelde konuklarımızın hayat hikayelerini anlatır ve doğal olarak onların kendilerini anlatmasını bekleriz. Ancak Demirkol kendinden ziyade hayatla ilgili konuşmayı seven bir isim. “Çok kendinden bahset diyorsun ama bence bu çok can sıkıcı bir şey. Bu kadar kendimden bahsedecek önemli bir şey yapmadım ben hayatta. Bundan 50 yıl sonra kimse hatırlamaz beni. Ama çok sıradan bir futbolcuyu hatırlayabilirler. Biz olan üzerine konuşuyoruz, işimiz bu. Bizim mesleği yapanlar için konuşuyorum, çok da kendinizi abartmayın. Çok önemli bir şey değilsiniz yani. Benden önce bu dünyaya ayak basmış takribi 50 milyar insan var, göçtüler, her şey geçiyor… Dolayısıyla çok sıradan bir varlığız aslında, çok özel değiliz. Bu da geçer ya hu! Aslında çok zavallıyız. Kendimize çok önem atfediyoruz ama zavallı varlıklarız biz. Bütün cinsler arasında ormana koy, muhtemelen en erken insan ölür. ” diyor.
Demirkol, şimdiye kadar yaptğı işlerde paradan ziyade rahatlığı ve iyi hissetmeyi öncelediğini söylüyor. Metin yazarlığında iyi para kazanmasına karşın henüz 30 yaşında ve belki de çok daha iyi bir noktaya gidecekken aldığı paranın onda birine spor yazarlığına geçtiğini anlatıyor. Medyada gelen transfer tekliflerini de genelde daha kontrollü ve güvenli alanında kalmak için reddettiğini ve rahat hissetmenin kendisi için çok önemli olduğunu belirtiyor.
Para demişken, Demirkol çalışarak para kazanmaktan biraz umudunu kesmiş durumda. Şöyle anlatıyor:
“Para çalışarak kazanılan bir şey değil, hele artık hiç değil, para parayı çalıştırarak kazanılıyor. 70’lerde Amerika’da bir CEO çalışanın 8 katı maaş alırken şu anda 450 katı maaş alıyor. Oligark sistemi oluştu, sadece Rusya’da oluşmadı. Birileri yukarıda acayip para kazanıyor, geri kalan insanlar hayatlarını çalışarak idame ettirmeye çalışıyor. Ama tepedekiler çalışarak yapmıyorlar, parayı çalıştırarak yapıyorlar. Biz ancak bir ev, araba alabiliriz.”
SPOR YORUMCULUĞU PARA KAZANDIRIR MI?
Spor yorumculuğu özellikle gençler açısından çok popüler bir meslek alternatifi. Düşünsenize, hem en sevdiğiniz şeylerden biri olan futbolu izliyorsunuz, hem deplesmanlar sayesinde dünyayı görüyorsunuz, hem de izlediğinizi anlatıp para ve şöhret kazanıyorsunuz. Ancak kazın ayağı tam da öyle değil. Demirkol, şöyle anlatıyor:
“Bizim iş çok yürüyebilir bir iş değil. Sadece çok dar bir kadro iyi para kazanabiliyor, o da çok iyi para değil, onu söyleyeyim. Başka sektörlerle karşılaştırdığında, ben mesela metin yazarlığına devam etsem muhtemelen ajans sahibiydim, bunun 10 katını kazanırdım. Bana soran gençlere girme diyorum. Böyle hani bankaya gireyim, para kazanayım gibi düşünüyorsan girme. Öyle bir yer yok. Bir de tabi ben fotoğrafçı, editör, muhabir olmak istiyorum diyen çok insanla tanıştım, şimdi ise herkes televizyonda yıldız olmak istiyor, bu mümkün değil.
Futbolcu olmak daha kolay artık. Bizim dönemizde dayak yerdik, bir kulübe ya da antrenmana katılmak için çok çileler çekerdik, şimdi anne babalar arabalarla taşıyor. Okullar buna müsaade ediyor. Futbolcu mu olacaksın, gel bizde oku diyorlar. Gerçekten kendini adayacaksan, kendini adamaktan kastım şu; 18 yaşına kadar tatil yapmayacaksın, her sabah erken kalkacaksın, öyle her istediğini yiyemezsin, bütün böyle bir hayata adayabileceksen kendini gir. “