Patron olacağı ilkokulda belliydi / Yükselen Çelik’te ikinci kuşağın hikayesi

Yükselen Çelik, 1954 yılından bu yana demir-çelik sektöründe faaliyet gösteren Göktürk ailesi tarafından 1976 yılında kuruldu. 2005 yılına kadar orta ölçekli bir firma olarak yoluna devam eden firma, bu tarihten işin başına ikinci kuşak Barış Göktürk’ün gelmesi ile yükselişe geçer. 17 yıl içerisinde ekibiyle birlikte firmayı 300 kat büyütmeyi başaran ve vasıflı çelikte sektör liderliğine taşıyan Barış Göktürk, Yükselen Çelik’in hikayesini Storybox’a anlattı.

1982 doğumlu Barış Göktürk, 70 yıldır sanayici olan bir ailenin üçüncü kuşağını temsil ediyor. Annesi Karabük Demir Çelik’in lojmanlarında doğan Götürk, hem anne hem de baba tarafından demir çelikçi.

Eğitimini sıkı Fransız disiplini ile Saint Benoit’de tamamlayan Göktürk, daha sonra üniversite için ABD’ye gider. Bu yıllarda kendi ifadesi ile aşırı disiplinli ve kuralcı Fransız ekolünden ayrılıp, aşırı özgürlükçü ve bireysel gelişimi ön planda tutan ABD sistemini tecrübe eder. Ancak Fransız ekolünün o sert disiplini iş hayatında kendisine çok yardımcı olur. Çalışma hayatının disiplinli yapısını hep Fransız ekolüne borçlu olduğunu söyleyen Göktürk, ABD’de ise bireysel özgürlüklerin, girişimin, müteşebbisliğin önemini anlar, açık fikirli olmanın, ihtimalleri değerlendirmenin ve yeni girişimler yapmanın önemini görür.

ABD’de eğitimini tamamlayıp Türkiye’ye dönünce yapacağı iş zaten bellidir, aile şirketine girmek. Aslında Göktürk’ün kariyer şeması aile tarafından çok uzun yıllar önce çizilmiştir. İlkokul yıllarından itibaren hep ileride şirketin başına geçecek şekilde hazırlanır. Göktürk, o günleri şöyle anlatıyor:

PATRON OLACAĞI İLKOKULDA BELLİYDİ

“Bana ilkokuldan beri ailenin başına geçerek şirketi ileri götürmem gerektiği konusunda ciddi bir aşılama oldu. Annem, babam, büyüklerim, dedem, amcalar… Herkes aile şirketini uçurmamı bekliyordu. Bu bana küçük yaşlardan itibaren ciddi sorumluluk yükledi. İlkokulda bile ‘ne zaman işe başlayacağım’ diye düşünürdüm. Liseye geldiğimde ‘bir an evvel okulu bitirmem lazım’ derdim, üniversite de aynı motivasyonla bitti. Okurken de bir yandan işe çok ilgiliydim. Neredeyse her akşam babamdan gündüz işyerinde olan konuları dinlerdim. Ne olmuş, ne yapmışlar, bu şirket nasıl ileri gider, neler yapmalıyız… Ben hayatta hiç başka bir iş yapmayı düşünmedim. Babamın ve ailemin işini alıp çok daha ileri götürmenin benim en önemli misyonum olduğuna inandım.”

Kimi zaman çocukların üzerine ufak yaşlarda yüklenen sorumluluklar ters etki de yapabilir. Birçok ikinci veya üçüncü kuşağın sırf baskı altında kalmamak için aile işlerini reddettiğini ve başka denizlere yelken açtığını biliyoruz. Ancak bu sorumluluk duygusu Göktürk’ü olumsuz değil, tam tersine olumlu etkilemiş:

ÇOCUKLAR BABALARIYLA YARIŞMALI

“Bence bu baskı hayatta çocukları çok ileri götüren bir konudur. Bir insan eğer babasıyla yarışıyorsa, babasıyla yarışırken onu geçmeyi arzu ediyorsa ve bu pozitif bir rekabetse, o zaman o insanı çok ileri götürür. Ben hep babamla yarıştım. Ama bu iyi bir yarıştı. Babamı geçmek istedim ve babam da hep onu geçmemi istedi. Dolayısıyla bizim gibi ikinci veya üçüncü jenerasyon aile şirketlerini devralan insanlar için babalarıyla yarışmak çok pozitif bir durumdur. Eğer bu yarışı kazanırsanız aslında siz kazandığınızda babanız da kazanmış olur.

Benim hayatta bir çok rol modelim oldu ama tabi en önemli rol modelim babamdır. Hayatta iş hayatıyla ilgili öğrendiğim şeylerin yüzde 95’i babamdan öğrendim. Onu geçtiğimi düşünüyorum. İnşallah ben de aynısını yaşarım.”

PERŞEMBE PAZARI’NDA BAŞLAYAN HİKAYE

Göktürk ailesinin demir çelik geçmişi, bundan yaklaşık 70 yıl öncesine, 1954 yılına dayanıyor. Demir çelik işi yapanların çoğunun bulunduğu yer Karaköy Perşembe Pazarı, onların da işlerini kurmak ve büyütmek için seçtikleri yer. Perşembe Pazarı’nda ticaret yapanlar, o dönemde de sözü senet olan ama kurumsal olmayan firmalar. İşine dört elle sarılan aile 1976 yılına gelindiğinde Türkiye’de yassı çelik ticaretinin en önemli şirketlerinden biri haline gelirler. Ancak kurumsallaşamamak ve kardeşlerin doğru iş bölümü yapamaması nedeniyle şirket 1976 yılında parçalanırlar ve Göktürk’ün babası küçük bir dükkanda Yükselen Çelik’i kurar.

Az bir sermaye ve ufak bir dükkanla işe başlayan Yükselen Çelik, 1976’dan 2005’a kadar olan süreçte yavaş yavaş büyüyerek yılda 1.4 milyon dolar ciro yapan bir şirket haline dönüşür. O dönem için şirketi küçük boy bir KOBİ olarak tarif edebiliriz. Ancak Yükselen Çelik için tüm rakamlar Barış Göktürk’ün eğitimini tamamlayıp ABD’den dönmesi ile değişmeye başlıyor. Fransız ve Amerikan tedrisatından geçen Göktürk, yeni fikirler ve iş modelleri ile döndüğü Türkiye’de hızla çalışmaya başlar. O dönemleri şöyle anlatıyor:

SIFIRDAN 100 BİN TONA

“O dönem sanayiciler standart çelikleri alıp kullanıyor ancak doğru performansı elde edemiyorlardı. Biz bu işe başladığımızda Türkiye’de herkes konvansiyonel çelik işi yapıyordu. Ben Amerika’da akıllı çelik konseptini görmüştüm. Türkiye’de bir akıllı çelik konseptinin yaratılması gerektiğini ailemle paylaştım. Ailem arkamda durdu ve biz bir bütün olarak bu akıllı çelik konseptini başarıyla ilerlettik. Konvansiyonel bir çeliği terzi işi dikim yaparak, içindeki alaşım ve elementlerini, yüzey sertliğini veya başka mekanik özelliklerini değiştirerek akıllı çeliği ortaya koyuyorsunuz. Biz Türkiye’de akıllı çelik sektörü diye bir sektör yarattık. Yani vasıflı çeliğin kendi patentleri alınmış, terzi dikim, kimyasal kompozisyonu ve mekanik özellikleri değiştirilmiş olan versiyonunu yarattık Türkiye’de. 2005 yılında işe başladığımda sıfır tondu bu pazar. Bugün ise yaklaşık 100 bin tona çıktı. Türkiye’de yüzde 18 pazar payı ile lider konumdayız.

Ben işe başladığımda şirket 1.4 milyon dolar ciro yapıyordu, bugün 80 milyon dolarlara geldi. Şirketi 50 kattan fazla büyütmeyi başardık. Bu büyüme aslında biraz da rüzgar arkamızdan estiği için oldu. Türkiye bir değişimi, dönüşümü bekliyordu. Biz akıllı çelikle o kırılımı yakaladık. “

“OĞLUM SEN KAÇ YAŞINDASIN?”

İşe başladığında henüz 22.5 yaşında olduğunu söyleyen Göktürk, şöyle devam ediyor:

“İşe başladığımda müşterilerle, tedarikçilerle, büyük sanayicilerle oturduğumda hep bana ‘oğlum sen kaç yaşındasın’ dediler. Tıfıl bir çocuk olarak rüştümü ispat etmem gerekiyordu, o yüzden daha ağır başlı, daha kontrollü, daha sakin, daha mütevazı davranmak zorundaydım ve genelde kendimden 40 yaş daha büyük insanlarla muhatap oluyordum. Benim 3 katım yaşında insanlarla alışveriş yapmak durumundaydım. Ben onlara her seferinde yaşın bir öneminin olmadığını ve benim burada bir ekolü temsil ettiğimi, önemli bir dönüşüm noktasında olduğumuzu anlatmaya çalışırdım. Dolayısıyla benim gibi çok genç yaşta işe başlayan insanların ilk 2-3 yılı kendini ispat etmekle geçer. İspat ettikten sonrası da çok verimli olur. Ben kendimi iki üç yıl içinde ispat ettikten sonra önümün açıldığını gördüm. Eskiden yaptığımız iş, toptan al perakende sat işi idi. Şimdi yaptığımız iş sanayiciliğe ve katma değerli çelikler grubuna dönüştü.”

Türkiye’de çelik tüketiminin sanayi ve inşaat çelikleri olarak ikiye ayrılabileceğini söyleyen Göktürk, inşaata yönelik çelikler alanında olmadıklarını belirtiyor. “Biz Türkiye’de daha fazla bina yapılmasını, daha fazla beton dikilmesini, daha fazla gökdelen dikilmesini istemiyoruz.” diyen Göktürk, şöyle devam ediyor:

“Biz sanayici bir aileyiz, Türkiye’de sanayinin kalkınmasını ve sanayi alanındaki girişimlerin artmasını istiyoruz. Türkiye’de otomobil, kalıp, alüminyum, makine, savunma sanayii dayanıklı tüketim, işte beyaz eşya veya bağlantı elemanları, her ne olursa sanayinin her kolunda varız. Sanayinin her koluna çelik satıyoruz. Bugün diş implantındaki çelikten tutun, iletişim araçları ve ulaşım araçlarına kadar bütün sanayi kollarına çelik tedarik ediyoruz. Bunları da akıllı çelik olarak tedarik ediyoruz. Yani standart konvansiyonel ürün yerine patentli markası bize ait, şartnamesi ve bizim tarafımızdan geliştirilmiş, ömrü uzatılmış, performansı güçlendirilmiş çelikleri satıyoruz.”

ÇOK FAZLA KIRILMA NOKTASI OLDU

Göktürk iş hayatı boyunca çok fazla kırılma anı yaşadığını vurguluyor. Göktürk, “Kırılma anlarının çok olması lazım ki, bir çok başarıyı beraberinde getirsin. Benim için kırılma anları akademik hayatımda da vardı, mesela Amerika’ya gitmek bir kırılma noktasıydı benim için. Çok aşırı disiplin ve baskıcı bir akademik yapıdan çok özgürlükçü bir yere gitmiş oldum. Şirkete başladıktan sonra inovatif ve akıllı çeliklere geçiş noktası ciddi bir kırılma notasıydı. 2013 yılında en yakın rakibimi satın almıştım, çok önemli bir kırılma noktasıydı. Halka açılma önemli bir kırılma anıydı, yeni çelik servis merkezlerinin kurulması önemli bir kırılma anıydı. Bu başarı hikayesini anlattığınızda en az 4-5 tane kırılma noktası vardır. Her biri diğerinin omuzları üzerinde yükselir. Bunlar olmasaydı bugün geldiğimiz noktaya gelemez, şirketi bu kadar büyütemezdik. Ben işe başladığımda 7 kişi vardı, şu an 150 kişi olduk. Demek ki doğru bir şeyler yapıyoruz ki bu ilerleme devam ediyor. “

Göktürk, şirketin bu kafdar hızlı büyümesinin arkasında finansal enstrünmanları çok doğru bir şekilde kullanabilmelerinin de etkili olduğunu söylüyor. Türkiye’de çelik sektörünün genelde hantal yapıda aile şirketlerinden oluştuğunu söyleyen Göktürk, şöyle devam ediyor:

FİNANSAL ENSTRÜMANLARIN ÖNEMİ

“Finansal enstrümanları doğru kullanabilmek çok önemli. Eğer forward, hedge, türev işlemleri yapmazsanız, tahsilat risklerini bertaraf etmek için alacak sigortası kullanmazsanız, doğrudan borçlandırma sistemi gibi yeni modelleri uygulamaz ve yeni finansal enstrümanları işinize dahil etmezseniz, o zaman büyümenin sınırı oluyor. Bu sınırı genişletmek için yeni finansal enstrümanları işe ilave etmeniz gerekiyor. Biz bunu çok başarılı şekilde yaptık. Türkiye’de çelik sektöründe çoğu şirket bunu yapamıyor, yapamadığı için çelik şirketleri genelde 30-40 yılı devirdiklerinde, ikinci veya üçüncü jenerasyona kaldıklarında yok olup gidiyorlar, ya da belli bir zenginliğe ulaştıktan sonra o şirketi satıyorlar.

Biz büyümemizin halen ortasında ya da başındayız. Çok hızlı büyüyoruz. Büyümemizi de finansal enstrümanlarla destekliyoruz. Sermaye piyasalarına gelmiş olmamız ve halka açılmamız, alacak sigortası yapıyor olmamız, tahsilat riskimizin olmaması, kur döviz açık pozisyonumuzun bulunmaması bizim çok büyümemizi sağlıyor. Türkiye’de her krizde en az 2 veya 3 kat büyüdük. Biz kriz yönetimini de çok iyi yapıyoruz. Kurumsal bir hafızamız var. 94 krizinden, 2001 krizinden, 2008 krizinden çıkardığımız dersler bizim önümüzdeki krizlere karşı çok hazırlıklı olmamızı sağlıyor.”

Göktürk, rol model olarak gördüğü babasının ‘ihtimalleri değerlendir’ sözünün kendisi için çok önemli olduğunu söylüyor:

“Bana ilham veren çok söz vardır, ama babamın ‘ihtimalleri değerlendir’ sözü çok önemli. En ufacık, olma ihtimali yüzde 1 bile olsa, ben o ihtimali değerlendirmek isterim. Bu sayede ben en yakın rakibimi 2013 yılında satın aldım. Hiç olma ihtimali yoktu, binde 1 bile değildi. Bizden 6 kat daha büyük bir şirketti. 1,5 yıl sürdü müzakeresi ama sonunda almayı başardık.”

UYUMAK ZAMAN KAYBI

Her başarı hikayesinin arkasındaki en önemli unsur olan çalışmak, Göktürk için de çok önemli:

“Ben mesela çok uyumayı sevmem. Çok uyumanın büyük bir zaman kaybı olduğunu düşünürüm. Sabah çok erken kalkarım. İşe erken gelirim. Kahvaltımı masa başında yaparım, işyerindeyken. Öğle yemeklerini yerken muhakkak biriyle toplantı yaparım. Yemek yerken zaman kaybetmek istemem. Akşam işten geç çıkarım. Eve gittiğimde mümkün olduğunca hep aileyle geçirdiğim vakitler dışında boş kaldığım sürelerde çalışırım. Oturup çok fazla dizi izlemek istemem. Bütün işimi bütün zamanımı işime kanalize ederim.

Türkiye’de sanayici olmak demek, ailenizin veya özel şahsınızın zamanından alıp, işinize vermeniz demektir. Günde 14 saat çalışıyorum, günde 14 saat çalışıyorsanız, 6 saatte uyusanız, zaten 4 saatiniz kalıyor. Arada yemek yiyeceksiniz, ailenizi göreceğiniz süre çok azalıyor. Dolayısıyla ne yazık ki Türkiye’de sanayici olmak ve büyüyen bir şirketin başında olmak demek, ailenizden ve kendinizden zaman olarak ödün vermek demektir.

Biz ailecek, şirket olarak hiçbir zaman bir devlet ihalesi almadık. Tamamen alın teri, emek ve sabah akşam çalışmayla buraya geldik. Sabah akşam rekabet ettik, çok fazla çalıştık. Bir günde olmadı, 70 yılda oldu. Benim için de bir günde olmadı, 17 yılda oldu. Dolayısıyla bir günde veya veya birkaç haftada zengin olmayacaksınız. Eğer bir şey yapmak istiyorsanız, başarılı olmak, zengin olmak, veya kendi alanınızda 1 numara olmak, o zaman bunun için çalışmak zorundasınız.”

spot_img

SON YAZILAR

BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR