İflastan zirveye / Günlerce minibüsün içinde yaşadık

StoryBox’ın bu haftaki konuğu Ana Sigorta’nın kurucusu Kantürk Öztürk… Yılların verdiği iş tecrübesinin ve sigorta sektöründeki tecrübesinin birleşimi olan Ana Sigorta’nın kuruluş hikayesini anlatan Öztürk, şoförlükle başladığı ve çeşitli kereler batıp sonunda zirveye ulaştığını  iş hayatında yaşadıklarını aktardı. “Şans her zaman hazır olan beyinleri tercih eder” diyen Kantürk Öztürk, “Ben hayatımda hep fırsatlara hazır oldum. Bunun mükafatını da çok net aldığımı düşünüyorum. İstanbul’a ilk geldiğimizde 15 gün minibüsün içinde yaşadık. Asla pes etmedim, devrildim, doğruldum ama asla eğilmedim” sözlerini sarf ediyor.

Babası şöför, annesi ev hanımı olan Kantürk Öztürk, 1967 yılında Trabzon’da bir otobüsün içinde dünyaya gelir. Doğum hikayesinden de az çok tahmin edilebileceği üzere zorluklarla dolu ve çileli bir hayata adım atar. Hatta röportaja başlarken her ne kadar başlangıçtaki bu yoksulluğu çok fazla vurgulamak istemese de, hikayenin başlangıcı burası olduğu için pek yapacak bir şey yok. Öztürk, “ Yoksulluğun getirdiği  sefalet hikayeleri aslında azda olsa başarı hikayelerinin başına, çok yakışıyor. Ben böyle olsun istemem ama şunu söylemek isterim, Trabzon’da, çocukluğun ve sermayesizliğin aklınıza getirebileceği her türlü işi aklınıza gelebilecek, bütün işleri yaptım. Statlarda simit ve su satmaktan tutun ayakkabı boyacılığına, araba yıkamacılığına kadar her şeyi dahil edebilirsiniz sürece.” diyerek sözlerine başlıyor.

Çocukluğu ve gençliği boyunca kabuğuna sığmayan, kendinden yaşça büyük insanlarla oturup kalkan, zaman zaman ticari olarak haddini aşan boyunu aşan işler yapan ve bu işlerin arkasından koşan birisi olduğunu ifade eden Öztürk şöyle devam ediyor:

“Trabzon’ da 7-8 yaşlarında sanayide çalısmaya başladım. Sanayide çalışmaya başladığımda sanayide otomobille ilgili aklınıza gelebilecek her şeyi, motor, kaporta boya, elektrik, lastik tamirciliği, rotbalans ayarı ve bir otomobilin arızalarını giderebilecek her türlü işin detayında bulundum.

Otomobillereve otobüslere olan tutkum neticesinde 16 yaşına gelince yaşımı 3 yaş büyüttüm ve ehliyet aldım. Ehliyet aldıktan sonra da çocukluğum boyunca hayalini kurduğum direksiyonun başına 16 yaşında oturmuş oldum.  Tabi yaşımı 3 yaş büyütünce de askerlik geldi.”

19 YAŞINDA OTOBÜS PATRONU

Öztürk’ün ilk büyük ticari girişimi askerden dönünce başlıyor. Askerlik dönüşü 10 arkadaşına otobüslerden hisse verip onların birikimlerini bir araya getirip sermaye oluşturuyor. Ardından o dönemin bilinen bir leasing şirketinden Alman markı ile 5 yıl borçlanarak 5 otobüs alıyor.

Henüz 19 yaşında iken geleneksel otobüsçülüğe kafa tutan ve otobüslere kadın hostesler koyup bütün arabaları farklı renklere boyayıp rakiplerine meydan okuyor ve müthiş bir fark yaratıyor. O dönem her şey çok iyi gidiyor. Hayallerini hayata geçirebiliyor olmak kendisi için müthiş bir motivasyona dönüşüyor. Ancak işler hep böyle çok iyi gitmiyor elbette… Şöyle devam ediyor:

KRİZDE HER ŞEYİNİ KAYBETTİ

“1990 yılında Arap yarımadasında başlayan Körfez Krizi, yolcu taşıma ücretlerini ve otobüs fiyatlarını yerle bir etmiş, bölgeyi ekonomik anlamda kasıp kavurmuştu. Biz de bu krizden nasibimizi aldık.

Krizden var gücümüzle çıkmaya çalışırken hiç beklenmedik bir anda develüasyon gelmiş, borcumuz dört katına çıkmış bütün arabalarımızı satıp mal varlığımızın hepsini borçlarımıza kapatsam toplam borcumuzun ancak dörtte birini kapatabilecek duruma gelmiştik.

Sonuç olarak, iflas etmiş, 20 yaşında bir girişimci ölçeğinde, büyük batmıştık…”

TEK ÇARE İSTANBUL

Trabzon’da artık bu işin içerisinden çıkmanın mümkün olmayacağını fark eden Öztürk için İstanbul yolları gözükmeye başlamıştır. Hikayesine şöyle devam ediyor:

“31 Aralık 1991 yılbaşı gecesi, karlı bir gece, hiç unutmuyorum. Bir minibüsün içerisinde bir rulo edilmiş yatak, bir piknik tüpü, bir kaç parça mutfak eşyası, eşim ve henüz bir yaşını doldurmamış oğlumuzu da yanımıza alarak Trabzon’a veda ettim. Böyle bir borcu ödeyebilmek için, her zaman kulak dolgunluğumuz olan İstanbul’un taşı toprağı altındır söyleminden yola çıkarak geldik bu şehre.

İstanbul’da geldiğimiz ilk 15 gün minibüsün içinde yaşadık. Ağır kış şartlarında sabahları bebeğimize süt ısıtmak için saatlere yürüdüğüm günleri hiç unutamam. Devam eden süreçte, eşimi ve oğlumu, akrabalarımızın yanına bırakarak, şehirler arası otobüslerde şoförlük yaptım.

Bir süre sonra, ailem, eşimin ve oğlumun İstanbul’da, akrabalarda kalmasına izin vermedi. Eşimi ve oğlumuzu alıp Trabzon’a götürdüler. İstanbul’da yapayalnız kalmıştım.  Artık İstanbul’da ne gidecek bir evim ne de görmek istediğim bir yüz vardı. Sabahlara kadar sokaklarda dolaşıyor. Akrabalarımdan uzaklaşıp kimseyi görmek istemiyordum.

Ama bu süreçte, asla pes etmedim gurur yapmadım, insanlar ne der diye, hiç düşünmedim, doğru bildiğim yolda, emin adımlarla ilerledim.

Mutlak, para kazanmalıydım, Sefaköy hurdalığından, 1952 Model bir Chevrolet araç çekicisi satın aldım ve Şirinevler’deki Londra Kamping’in kenarında o aracın içerisinde 5 ay yaşadım.”

ÇEK KARNESİ İLE HAYATI DEĞİŞTİ

O dönem gece gündüz işe gittiğini, geceleri yolda kalan araçların, motor ve elektrik arızalarını giderdiğini ve araçları hem çekmekten hem de tamir etmekten sürpriz paralar kazandığını anlatıyor. Beş ay sonra aracın borcunu ödeyen ve Şirinevler’de bir tamirhane açan Öztürk, devamını şöyle getiriyor:

“Tamirhanede işler çok gidiyordu. Yanıma birkaç arkadaş dahil etmiş, gece gündüz çalışıyorduk. O dönemde yanımıza gelip giden bir beyefendi bizim ekonomik anlamdaki sıkıntılarımızı görünce beni alıp Güngörendeki bir banka şubesine götürdü ve ‘bu arkadaşa çek karnesi vermenizi istiyorum’ dedi. Bankada hesabım yoktu, param yoktu, benim adıma hesap açtı, para yatırdı bir çek karnesi aldı ve bana verdi. Minnet borcumu asla unutamam.

İşte hayatım burada değişti. Çek karnesini aldıktan sonra aylık 25-30 aracı 15 20 günlük çekler yazarak satın alıyorum, gece gündüz çalışarak bu araçları onarıyorum, Cennet’teki oto pazarına getirip hafta sonu mutlak ucuz pahalı demeden satıyorum ve vadesi gelmeden çekleri ödüyordum.

Artık yaşadığım zor günler önemli ölçüde geride kalmıştı ve 25-30 kişi istihdam eder duruma gelmiştim, eşimi ve oğlumu da yanıma almıştım.

İŞİN İÇİNDE OTOMOBİL VARSA YERİNİZ MASLAK

Geçen zaman içerisinde İstanbul’u daha iyi tanımaya başlamıştım ve şu kanaatim net olarak oluşmuştu: Eğer hayatınızda otomobil varsa ve otomobille ilgili bir işten para kazanıyorsanız, yeriniz mutlak Maslak olmalıydı… 1992 yılında Atatürk Oto Sanayi sitesi 15. Sokakta hayallerimi hayata geçirebileceğim serüvenim başladı diyebilirim aslında…”

Atatürk Oto Sanayide dolu dolu 30 yıl geçirdiğini ve bu 30 yılın 10 yılında geçmişte yaşadığı iflas döneminin borçlarını ödediğini belirten Öztürk, “belki de satın aldığım tecrübelerin bedeli de diyebiliriz buna.” İfadesini kullanıyor.

Bu süreçte bir arkadaşının yaşadığı elim bir kaza neticesinde sigorta sektörüyle tanıştığını ve bu tanışmanın inanılmaz bir dostluğa dönüştüğünü kaydeden Öztürk, şöyle devam ediyor:

“Bu birliktelikten sonra sigorta sektörü dışında hiçbir iş yapmadım. Sigorta sektüründe aylık 2 bin 500- 3 bin ağır hasar araç değerlendiren bir şirket, bütün branşlara hizmet veren asistan ve yol yardım şirketleri ve Türkiye genelinde bütün araçlara hizmet veren bir tamirhane zinciri ve hasar yönetim şirketlerimiz oldu. Ayrıca bu 30 yıllık süreçte ortaokul lise ve 2 adet üniversite eğitimimi de tamamlamış oldum.

Artık, daha derin denizlere, yelken açmanın zamanı gelmişti benim için. 10 Haziran 2020’de sigorta sektörünün bütün detaylarında yer almış olduğum çalışmalarıma veda ettim. Benim için, artık ikinci yarı… Yol uzun, kaptan tecrübeli, yolculuk keyifli…

Hayalini kurduğum, sigortacılık ekosisteminde aslında en zorlu etabı geçmiş ANA SİGORTA’yı kurmuştum, bundan sonraki hayalim bir Branş Üniversitesi ve bir dijital banka. Eğer kaderin başka bir planı yoksa, bu yolculukta 85 yaşına kadar çalışmayı düşünüyorum.”

KISSADAN HİSSELER

“Otobüs muavinliği yaptığım dönemlerde, uyumak için otobüsün koridorlarına serdiğim gazetelerin sabah topladığımda köşe yazılarını okurken  eğitim eksikliğimi derinden hissederdim.”

“Paranın sizde kalma süresi, size geliş süresiyle doğrudan orantılıdır. kısa zamanda ve kolay kazanılan para, kısa zamanda kolay gidecek paradır.”

“Eğer dünya, dev bir entrika sarayı ise, emin olun bu entrikaların bir çoğunu bizansın bütün oyunlarını yaşayarak geçti bütün yaşanmışlıklarım…”

“Hayatımda en büyük şansım, doğru bir kadınla, evlenmiş olmaktır…”

“Çocuklarımla hayal kuruyor, onlarla öğreniyor onlarla eğleniyor ve  onlarla birlikte büyüyorum….”

“Ailemin, ve çalışma arkadaşlarımın huzuru benim için her türlü kazancın ötesindedir…”

“İflas yaşamamış, iş insanı benim için iflas yaşayacak iş insanıdır. Çünkü bu öğreti akademik teorilerle veya üniversitelerde öğretilemez öğrenilemez ancak yaşayarak öğrenilebilir…”

“Yarınların, dünden daha iyi olacağına olan inancımı hiçbir zaman kaybetmedim…”

“Yaşamak, kurallara bağlı olarak öğrenilmiyor, insan düşüyor, kalkıyor, ve yaşamayı öğreniyor. Hayatım boyunca, kimsenin yüzüne utanarak bakmadım.  Çocuklarıma da, ısrarla bunu öğretmeye çalıştım

“Para benim için hiçbir zaman motivasyon kaynağım olmadı. Parayla belki her şeyi satın alabilirsiniz ama, anlamlı bir başarıyı, para ile asla satın alamazsınız.”

“Yaş aldıkça öğreniyor insan, tahammül etmeyi daha toleranslı olmayı daha çok empati kurmayı.”

“Belki klişe ama, deniz kudurduğunda, sakin kalan denizci her zaman kazanır…”

“Ailem, dostlarım, bağlamam, kitaplar, ve deniz… Bunlara ayırdığım zamandan asla taviz veremem…”

“Varlıklı babalar, çocuklarına yokluğu öğretemiyor maalesef varlıklı babalardan doğan çocuklar fakir fakir babalardan doğan çocuklar zengin ölüyor.”

“Hayatım boyunca Devrildim, doğruldum, ama, asla eğrilmedim.”

“Hayat, sevdiklerinize bedel olarak koyuyor sevmediklerinizi…”

“Tüccarlık öğretilebilir bir şey değil, belki sanat gibi bir parça genlerinizde belli ölçüde olması gerekiyor. Ama  yöneticilik öğrenilebilir bir durum ama 1 yılda ama 10 yılda.”

Gençlere tavsiyem Asla vazgeçmesinler…

spot_img

SON YAZILAR

BUNLAR DA İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR