StoryBox’ın bu haftaki konuğu Türkiye’nin ilk spor ayakkabısı olan ve 1972 yılında kurulan Mekap’ın Trabzonlu patronu Selçuk İskender. Babası da zamanında Trabzon’un bilinen ayakkabıcılarından olan Selçuk İskender çok küçük yaşlardan itibaren bu sektörün içerisinde büyümüş. Üniversitede mühendislik okumasına karşın aklı hep ayakkabıcılıkta olduğu için bu yoldan devam etmiş. Çok uzun yıllar Mekap’a fason üretim yaptıktan sonra 2005 yılında zor duruma düşen markayı başka bir Trabzonlu aile olan Kurşunoğlu ailesinden satın alan Selçuk İskender’in ilk işi tesisi Trabzon’a taşımak olmuş. Tek bir enjeksiyon makinası ile başladıkları üretim şu anda Trabzon’da 4 fabrikaya ve yılda 3 milyon çift üretime kadar ulaşmış durumda. Özellikle iş güvenliği ayakkabılarında çok önemli bir markaya dönüşen ve Türkiye’deki sanayi tesislerinin büyük bölümünün ayakkabı tedariğini sağlayan yarım asırlık Mekap’ın hikayesini Selçuk İskender anlattı…
1961 yılında Trabzon’da doğan Selçuk İskender, ayakkabıcı bir babanın oğlu. Üniversite dahil tüm eğitim hayatını Trabzon’da tamamlayan İskender, Karadeniz Teknik Üniversitesi Orman Fakültesi mezunu olmasına karşın eğitimini aldığı alanı değil de babasının mesleğini tercih etmiş.
İlkokuldan itibaren okul harici zamanlarda babasının atölyesinde ve dükkanda çalışan İskender, baba mesleğini çok ufak yaşlardan itibaren öğrenmeye başlar. İskender’in babası da aslında Trabzon’un en eski ayakkabıcılarından, bu mesleğin duayenlerinden. O dönemde Türkiye’de ses getiren ve ciddi üreticilerden biri durumunda. Tabi şimdilerde pek bilinmez ama Trabzon o zamanlar ayakkabıcılıkta son derece ileri bir şehir. Hatta ayakkabıcılığın en önemli merkezlerinden biri konumunda. Ama günümüzde ayakkabıcılık sanatı neredeyse şehirden silinmiş durumda, sektörde adı geçmeyen bir şehre dönüşmüş. Sadece Mekap’la ayakta durmaya çalışıyor.
BİR GÜN BİLE MEMURİYET YAPMADIM
İskender çocukluk yıllarını ve ayakkabıcılığa adım attığı günleri şöyle anlatıyor:
“Bizde ilköğretimle beraber, dükkan hayatı ve imalat hayatı başlardı. Özellikle yaz tatilleri bizim staj dönemimiz oluyordu. Ayakkabıcılığın ilk başlangıç bölümü sayacılıktır. O zaman saya atölyeleri var, ayakkabı imalat yeri var. Biz saya atölyelerinde eğitimle başladık aslında bu sektöre daha ilkokul yıllarından. Herkes çocuğunu ilkokuldan sonra büyük ihtimalle sanata veriyordu ki, memleketimizdeki en önemli sanat dallarından bir tanesi ayakkabıcılıktı. Çocukların iyi bir ustanın anında iyi bir ayakkabı kalfası, iyi bir ayakkabı ustası olması istenirdi. Onun için herkesin, her ailenin, muhakkak bugünkü tabiriyle bir işletmeyle, veya o günkü tabiriyle bir atölyeyle irtibatı vardı.
O tarihlerde biz de baba mesleğine heves ediyoruz doğal olarak. Ayakkabı dediğiniz tamamen el üretimi. Babanızın yanında iplik kesiyorsunuz, deri kesiyorsunuz, yapıştırıyorsunuz bunlar insanı cezbeden şeyler. Büyüyünce ne olacaksın diye sorduklarında benim ne olacağım belliydi. Orman Fakültesini 1981 yılında bitirip, okuma hayatım sona erdiğim zaman bir gün bile memuriyet yapmadım. Üstelik o zaman imtihan falan yok ki, dilekçe ile müracaat ediyorsunuz, devlet sağ olsun sizi hemen işe alıyordu.”
YURTDIŞINA SAYA İHRACATI YAPIYORLARDI
Selçuk İskender 1981 yılında üniversiteyi bitirdikten sonra tamamen ayakkabı mesleği ile ilgili çalışmalarına başlar. Mekap ile olan ilgileri de o yıllara dayanır. Trabzonlu Kurşunoğlu Ailesi’nin firması olan Mekap’a dışarıdan fason olarak üretim yapmaya başlarlar. Bu çalışma 2005 yılına kadar, 25 yıl boyunca devam eder. Bir yandan Mekap’a üretim yaparken bir yandan da saya üretimi ile ABD ve İtalya’ya ihracat yapmaktadırlar. O günleri şöyle anlatıyor:
“Mekap’a üretimin yanında sayı bazlı çalışmalar da yapıyorduk. Saya ayakkabının üst deri kısmına denir. Bunun kesimi, kalıplara uyarlanması tamamen sayacılıkla ilgili bölümdür. Ayakkabıyı sayaya aldıktan sonra ayakkabı fabrikası gerisini yapar ve komple ayakkabının bitimini hazırlar. Bugün Türkiye’de bütün ayakkabı fabrikalarına gidin bakın, saya dediğimiz kısım tamamen dışarıda, sayacılar tarafından yapılır. Sayacılık çok kutsal bir meslektir, günde en az 10 saatinizi oturarak kıpırdamadan harcamanız gerekir. Ayakta çalışmaktan çok daha zordur oturarak çalışmak.
Trabzon’da yaklaşık 500 metrekare civarında atölyemiz, 100’e yakın çalışanımız vardı. Daha o tarihlerde, 1988-89’larda, evden çalışmayı geliştirmiştik. Babam evlerde atölyeler kurmuştu. Her evde kadınlar ayakkabının üzerindeki sayanın, saracını dikiyordu. Yaklaşık 150 civarında ev vardı Trabzon’da bizimle birlikte çalışan. O zaman evlerde diktirdiğimiz, saraçlı saya dediğimiz bölümü, Amerika’ya, İtalya’ya ihraç ediyorduk. Ancak o dönem deri ithalatının serbest bırakılması ve kurla ilgili sıkıntılar bizim bu işe yapmamıza engel oldu. 91-92 yıllarında da bırakmak zorunda kaldık. 93-94’lü yıllarda ise tekrar Mekap’a saya dikerek başladık ve 2005 yılına kadar sürdü.”
FASON ÇALIŞTIKLARI MEKAP’I SATIN ALDILAR
İskender Ailesi’nin hayatlarındaki en önemli dönüm noktalarından biri, o dönem Mekap’ın sahibi olan Kurşunoğlu Ailesinin diğer işleriyle ilgili sıkıntıları nedeniyle Mekap’ı elden çıkarmak istemesi olur. Hemen Mekap’a talip olurlar ve tesisi İstanbul’dan sökerek Trabzon’a getirirler. Önce Arsin organize sanayi bölgesinde bir yer kiralarlar ve 35 civarı bir çalışanla işe koyulurlar. Mekap’ın spor ayakkabıdan sonra zaman içerisinde asıl işi haline gelen ve firmanın 1998 yılından bu yana üzerinde yoğunlaştığı iş güvenliği ayakkabısı imalatına iyice konsantre olurlar. İlk başta yıllık 100 bin çift üretimin kendilerine yeterli olacağına düşünseler de, işler çok farklı gelişir. İskender, şöyle anlatıyor:
100 BİN ADET YETER DERKEN 3 MİLYONA ÇIKTILAR
“O dönem iş güvenliği yasaları bu kadar gelişmemiş olduğu için 100 bin adetlik üretime yeter gözüyle bakıyorduk. Türkiye’nin de zaten ihtiyacı fazla yok, hem Mekap’ın ismini devam ettirmiş oluruz, hem de yeni bir sektör, yeni bir alan yaratmış oluruz diye düşündük. Ancak bir anda iş güvenliği yasaları değişip, Avrupa uyum yasaları gündeme gelince bizim işlerimiz de değişti. Herkes iş güvenliğine çok fazla dikkat eder konuma geldi. Böyle olunca biz her yıl işimizi geliştirmek durumunda 2005’te bir tane enjeksiyon makinesiyle başladık, şu an 8 tane enjeksiyon makinemiz var. Bunların yıllık kapasitesi yıllık 3 milyon çift civarında. Biz bunu yılda 3 milyon çift olarak üretiyoruz ve satıyoruz. Bunun yanında talep giderek artıyor.
Bugün Türkiye’de düşünün sadece organize sanayi bölgelerinde 2 milyon civarında insan çalışıyor. Kümülatif baktığınız zaman 14-15 milyon üzerinde bir çalışan sayısı var. Evet iş güvenliği üreticilerinin sayısı artmıştır fakat iş güvenliği yasaları doğrultusunda denetleme vesaire arttığı zaman bu üretimin de yeterli olmayacağı görüşündeyim. Biz çalışmaya başladığımızdan bu ana, derler ya sanayicinin cebinde para olmaz diye, devamlı yatırıma, devamlı makineye yöneliyoruz. Bugün bir enjeksiyon makinesi 2 milyon Euro. Bu sadece makine boyutu, bunun insan ve fiziki alan boyutu da var. Kaldı ki Trabzon’da bu tür alanlar çok yaygın ve genişletilmiş değil. Şu anda Arsin Organize Sanayi Bölgesinde 3, Çaycuma’da da 1 tane fabrikamız var. Toplam 40 bin metrekare kapalı alanda 700 kişiyle üretim yapıyoruz.
Şu anda Türkiye’de iş ihtisas ayakkabıları üreten firmalara baktığınız zaman Türkiye’de kapasite ve ürün portföyü olarak bir numarayız. Aynı zamanda iş güvenliği ihtisas ayakkabısı üretim tesisi yeniliklerini ve teknolojisini de en iyi takip eden firmalardan bir tanesiyiz.”
İLK 500’ÜN YÜZDE 75’İ KENDİLERİNDEN ALIYOR
İskender, iş güvenliği ayakkabısı alanına girerek Türkiye’yi önemli oranda bir ithalattan kurtardıklarına da dikkat çekiyor. Bu ürünlerin ağırlıkla tekrarlanan siparişler olduğunu ve bu nedenle depoda hep ürün bulundurmak zorunda olduklarının altını çizen İskender, “Bizim yaptığımız biraz amme hizmeti gibi. Bugün Türkiye’deki bütün iş güvenliği ayakkabılarının yurt dışından geldiğini düşünün. Bizim Türkiye’deki en pahalı ürünümüz 30 Euro civarında, yurt dışına gidiyoruz görüyoruz. 50 Euro, 60 Euro, 100 Euro’ya kadar fiyatları var. Bugün bunu Türkiye’de üretip iş dünyasına sunmasak hep yurt dışından getirmek zorunda kalırız. Bizim için esas olan Türkiye’nin ihtiyacının karşılanması, ondan sonra ihracat bölümü. Şu geldiğimiz noktadan itibaren diyoruz ki, artık Türkiye’de yeterince üretci var ve biz bu üretimin en az yüzde 40’ını en az ihraç etmeliyiz. Zaten pandemi öncesi muazzam girişimlerimiz oldu, pandemiden dolayı ara vermek zorunda kaldık ama bugün kaldığımız noktadan çalışmalarımıza devam ediyoruz. Önümüzdeki yıllar itibariyle bunun çok iyi noktaya geleceğinden eminiz.” diyor.
Türkiye’nin ilk büyük 500 sanayi kuruluşunun yüzde 75’inin kendileri ile çalıştığını söyleyen İskender, tüm ürün portföyünü onların her konudaki ihtiyacını karşılayacak şekilde dizayn ettiklerini belirtiyor. Ürün portföylerinde 600 çeşidin bulunduğunu kaydeden İskender, “Bugün bir fabrikaya girdiğiniz zaman, iş ihtisas ayakkabısı dediğiniz zaman, bunu elektrikçisinden boyahanesine, makinenin başında çalışandan temizlikçisine kadar çok farklı kollardaki insanlar kullanıyor. Bir boyahanede çalışanın giydiği ürünle, bir torna makinesinin başında çalışan insanın giydiği ürün arasında çok fark var. Gıda sektörü var, bunlarda bazılarında çelik kullanımı gerektirmiyor, bakıyorsunuz kargo bölümü var onlarınki hafif olması gerekiyor, çeliği olmaması gerekiyor. İş güvenliği ayakkabısını günde 10 saat giyiyorsunuz, bunu sektöre göre, ihtiyaç durumuna göre yapmak durumundasınız. Çünkü adam 10 saat bunun içinde duracak. Dünya ile 10 saat temasını siz sağlayacaksınız. ” diyor.
TESİSİ SÖKTÜ TRABZON’A GETİRDİ
İskender Ailesi Trabzonlu bir aile. Trabzonluluk Selçuk İskender’in de içine iyice işlemiş durumda. Yoksa böyle bir tesisi İstanbul’dan söküp memleketine getirmek ve burada 4 fabrikaya ulaşmak içinde gönül bağı olmadan yapılacak iş değil. İskender de Trabzon’da ayakkabı üretimi yapmanın zorluklarının farkında ama onun için öncelik her şeyin Trabzon’da olması. Şöyle devam ediyor:
“Biz Mekap’ı niye Trabzon’a getirdik derseniz, ya biz ömrümüz Trabzon’da geçmiş. Belirli bir yaş grubu içinde gelmişiz, büyümüşüz. İstanbul’da veya Batı’da bir yerde bir tesis kurmaktansa burası kendi memleketimiz dedik, 2005 yılında tesisimizi burada kurduk. Ama bizi yoran tarafı, biz malzemeyi ve her şeyi İstanbul ve yurt dışından tedarik ediyoruz, çünkü bizim burada hammadde kaynağımız yok. Ürettiğimiz bütün ürünler, iş güvenliği ayakkabısı ürettiğimiz için, sanayi yoğun bölgelerde kullanılıyor. Böyle olunca nakliyeden dolayı sıkıntı yaşıyoruz, çok yüksek miktarda nakliye bedelleri ödemek zorunda kalıyoruz.
Burada mesela yeni bir yatırım yapacak olsanız, yeni bir enjeksiyon bandı kuracak olsanız, yaklaşık 50 kişiye ihtiyacınız var. Biz daha o bandı kurmadan önce 50 insanı işe alıyoruz ve onları bandın kurulacağı tarihte hazır olması için eğitiyoruz. Batı’da tabi bu gibi şeyler söz konusu değil. Orada her meslek grubundan insanlar var. Ama kendi memleketimizin avantajı da herkesi tanıyorsunuz, birlikteliğiniz oluyor herkesle. Bunu Batı’da bulamazsınız. Sadece işinize odaklı kalmak zorundasınız. Ama biz sadece iş odaklı olmak istemiyoruz, sosyal hayat önemli bizde. Birilerini görüp selam vermek, sohbet etmek, birinin hayır duasını almak, bunlar bizim için önemli şeylerdir.”
‘BU SAKIP AĞA NE DİYOR’ DERDİK, SONRADAN ANLADIK
Yaklaşık 50 yıla yakın iş hayatında olduğunu ve hiç bir gün ‘ben bu işe nereden girdim, ben bu işi yapmamalıyım, ben bu işi bırakayım’ diye bir şey söylemediğini ifade eden İskender, işin çıkış noktasının üretim ve çalışmak olduğunun altını çiziyor. Bu konuda özellikle gençlerin özendirilmesi gerektiğini vurgulayan İskender, “Başarılı olmak için çalışmak gerekiyor. Rahmetli Sabancı derdi ya, üretim, üretim, üretim… Biz o zaman ‘Allah Allah bu Sakıp Ağa ne demek istiyor’ derdik. Bugün geldiğimiz noktada hakikaten üretim yapmanız gerekiyor. Tamamen üretim yapan ülkeler ayakta kalıyor, ülkenin refahı için en önemli şey üretim. Gençlere de çalışmayı sevdirmemiz lazım ama bu tamamen eğitim sistemi ile ilgili bir konu. İnsanın çalışmayı sevmesi için yaptığı işten zevk alması lazım. Bakıyorsunuz bir genç resme kabiliyete vardır, biz bunu marangoz yapıyoruz. Bu sevmediği bir işi yaptığı zaman insan çalışmıyor. Türk insanını yönlendirdiğiniz zaman müthiş kabiliyetli, her şeyi yapabilir. Yeter ki siz kurallarını kaidelerini koyun ve o insanlara çalışacak ortam sağlayın.” diyor.